Tüm dünya hem siyasi hem de ekonomik olarak diken üstünde.
Katar ablukası, İpekyolu savaşları, Irak ve Suriye, Brexit, Bitcoin, su savaşları, Afrika savaşları, Kore sinir savaşı, İsrail'in katliamları, Ermenistan'ın Azerbaycan'a saldırıları, zaman ayarlı dış uzantılı “adalet” yürüyüşü vs…
Bilgi kirliliğinin en had safhaya ulaştığı, dostların düşmana düşmanların dosta dönüştüğü, eski ittifakların çöktüğü ve her gün yenilerinin kurulduğu ve yıkıldığı böyle zamanlarda oyun teorisinin çok faydası dokunur. Diğer ülkelere “dost” ve yöneticilerine “aziz dostum” yaklaşımı yerine bu ülkelere soğuk mantıkla bakarak yapacakları hareketleri oyun teorisine vurmak en iyisidir.
Oyun teorisi, “her karar alıcının en iyi kararının diğerlerinin ne kararlar aldığına bağlı olduğu interaktif bir dünyada karar almayla ilgilidir. Bu interaktif dünyada herkes, kendi kişisel çıkarını geliştirmek için diğerlerinin kararını öngörme ihtiyacı duyar ve buna göre bir plan yapar. Amaç, diğerlerinin hareketi sonrası (ya da öncesi de olabilir) yapacağı hareketle kendisini durumdan maksimum çıkar sağlayan taraf konumuna getirmektir.
Daha da basit bir tabirle satrançta 10 hamle sonrasını düşünüp oyun sonunda kazanan taraf olabilmek için rakibin bütün muhtemel manevralarını belli bir matematik ve mantık çerçevesinde çözmeye çalışmaktır oyun teorisi.
Oyun teorilerinde “sıfır toplamlı oyunlar” (zero sum game) yani bir taraf kazanırken diğerinin tamamen kaybettiği ve “sıfır toplamlı olmayan oyunlar” (non zero sum game) katılımcıların hepsinin kazanabileceği veya birlikte olabildiği bir başka ifadeyle bir oyuncunun galibiyetinin, diğer oyuncunun mağlubiyeti anlamına gelmediği farklı oyunlar vardır. İşte bu ikinci teori için 1950'lerde geliştirilen “mahkumlar ikilemi” strateji oyununu çok kısaca anlatalım:
İki şüpheli polis tarafından gözaltına alınarak kendilerine bir suç isnat edilmiştir ama polisin elinde zanlıların suçlu olduklarına dair yeterli kanıt yoktur. Bu yüzden polis her iki zanlıyı ayrı ayrı hücrelere koyar ve sorgular. Sorgulama sırasında her iki zanlı da şunun farkındadırlar:
Eğer her ikisi de susar ve bütün suçlamaları reddederlerse sadece serserilik suçundan 60 gün hapiste kalıp çıkacaklardır.
Eğer, zanlılardan biri diğerinin aleyhinde tanıklık eder (ispiyonlar), diğeri ise suskun kalırsa, tanıklık eden sadece 1 yıl hapis yatarak çıkacak susmayı tercih eden taraf ise 10 yıl hapse mahkum edilecektir.
Eğer her ikisi de birbirleri aleyhinde tanıklık ederse (ispiyonlar), her iki zanlı da 5 ve 8 yıl arasında bir ceza alacak ve iyi hal nedeniyle 5 senede dışarı çıkabilecektirler.
Özetleyelim:
- İki taraf susar ve suçlamaları inkar eder; 60 gün ile kurtarırlar.
- İkisi de itirafçı olur 5 sene ceza yerler.
- Biri susar diğeri itirafçı olur, susan 10 sene ceza yer, itirafçı olan 1 sene ile kurtarır.
Aslında çok zor bir denklem gibi gözükmemektedir. Burada her iki zanlı için yapılacak en iyi hareket sessiz kalmak, itiraf etmemek, birbirlerini suçlamamak ve polisin oyununa düşmemektir. Ama mahkumların ayrı ayrı tutulduklarını ve birbirleriyle görüşme – tartışma şanslarının olmadığını tekrar hatırlatalım. Bu durumda her iki mahkum da karşı tarafın en kötü hareketi yaparak “O beni ele verirse 10 sene yatarım” korkusuyla hareket edecek ve 10 sene içeride yatmamak için kendisi de itirafçı olacaktır. Yani susarak 60 gün ile kendisini kurtarabilecek iken 10 sene içeride yatma korkusuyla hareket edip 5 sene içeride yatmaya razı olacaktır ve diğerini ispiyonlayacaktır.
Şimdi bu oyun stratejisini Katar ablukasına uyarladığımız zaman görünen de budur.
Dünya polisi ABD, son dönemde iyice çevreleyerek bir nevi hapse aldığı Arap yarımadasındaki mahkumlarına bu denklemi sunmaktadır adeta. Onları kendi düzenine uymayan diğer mahkumlara (ülkelere) karşı itirafçı olmaya zorlamaktadır.
Denklemin bir tarafında bulunan mahkumlardan başını Suud'un çektiği Körfez ülkeleri polisin teklifini kabul etmiş ve itirafçı olmuşlardır. (Büyük silah anlaşmaları yaparak Katar ablukasını koymuşlardır) Kısa süre sonra hapisten çıkacaklarını “ummaktadırlar”.
Denklemin diğer tarafında gözüken Katar ise teklifi kabul etmemiş gözükmektedir ve dışarıdan, polisin bile korkup çekindiği bir başka mahkumdan (Türkiye) yardım almıştır. (Bu ülkelerin hepsininin denklemde mahkum statüsünde olma sebebi ülkelerinde ABD üssü barındırmalarıdır)
Türkiye, denklemde aynı tarafta olması gereken mahkumlar arasında dengeyi sağlamak/güvenin teminatı olmak için Katar'dan sonra Suudi Arabistan'a da üs teklifinde bulunmuş ama red cevabı almıştır.
Dolayısıyla grafiğe tekrar bakarsak ve itiraf kısmını ABD sömürüsünü/liderliğini kabul olarak okursak denklem yerine oturmaktadır.
Katar olayında sayfalar dolusu yazılacak oyun senaryoları bulunmaktadır ve kısmetse bu konuya önümüzdeki yazılarda devam edeceğiz. Mesela ABD'nin LNG savaşlarından tutunda, şehir devletlerine, dünya ekonomik sistemini değiştirecek finansal krizden 3 Dünya savaşına kadar bir dolu olay gözümüzün önüne fark edelim ya da etmeyelim gerçekleşmektedir.
Denklemin çözümüne gelirsek; Aslında İslam da bu oyun teorisinin çözümü vardır ve çok kolaydır.
“Müslüman Müslümanın kardeşidir, kötülüğünü düşünmez”.
Batı düşüncesinin temeli olan “insan insanın kurdudur” düşüncesi İslam felsefesinde yoktur.
Dolayısıyla bu denklemden çıkış bir “Müslüman” için çok kolaydır. Ama bu denklemde bir Müslüman için en zor olan kısımda şudur.
Önce gerçekten “Müslüman olmak” gerekmektedir.
Ramazan bayramının 2. günü ziyaret ettiğimiz Katar'da bizzat kendi çektiğimiz iki resimle bitirelim yazımızı.
Yer; Katar Emirinin sarayının bitişiğinde bulunan “Devlet Camisinin” (State Mosque) araba parkı:
Ve kaldığımız otelde yatak başının olduğu duvar:
Oyun teorileri çok önemlidir ama ortak tarihi unutmadan…
Not: Bilmeyenler için, birinci resimdeki amblem Kayı boyunun simgesi, ikinci resimdeki ise Osmanlı tuğrasıdır.
Dikkat ederseniz bu hadiste inananları her iki taraflı güzel ve iyi düşünmeye ve kazanmaya teşvik vardır....sizin şu mahkumlardan her ikisinin kazanmasını sağlamaya yönelik bir teşvik....peygamberimiz insandaki haset ( bilmeyenler için; kıskançlık ...kendisinin sahip olduğu güzelliği başkasının sahip olmasını istememe duygusu olarak tarif edebiliriz.) duygusunun sevapları ve verilen nimetleri sıcak suyu buzu nasıl eritirse öyle eriteceği uyarısında da bulunmuştur....Arif olan anlar....
İslamda 'düşmanımın düşmanı dostumdur' ilkesinde yoktur....bu felsefe bize batıdan geldi diye düşünüyorum...aksine Kuran'ı Kerim ayetinde ' düşmanınıza çirkin sözler söylemeyin ki,,,sonra döner dost olursanız..söylediklerinize pişman olursunuz.' meali içeren ayet vardır...Her ne kadar İslamın ve imanın şartı olarak algılanmıyorsa da Ve çok ciddi uyarı içeren bir hadis vardır' kişi kendisi için istediğini mü'min kardeşi için de istemedikçe gerçek iman etmiş sayılmaz. Gerçek iman etmeyen de cennete giremez' diyor. Peygamber efendimiz sav.
sevgili ömer kayani sen gel 17 gün bekle ondan sonra da bu kadar kısa bir yazı yazı oldu mu şimdi sen söyle bari yarında yaz bişeler :)