Hz İbrahim (a.s.)'in şehri Kudüs-ü Şerif, Hz Ömer (r.a.) devrinden Ebû Ubeyde b. Cerrâh (r.a.) komutasındaki İslam Ordusu tarafından 634 senesinde fethedilmişti.
Filistin toprakları 878'de Abbasî yönetiminden Mısır'da kurulan Türk devleti Tolunoğlu'na geçti. 969'a Tolunoğlu'nun yerine geçen İhşîdîler'ce yönetilen Kudüs, Şii Fâtımîlerin İhşîdîler'i yıkması üzerine Fâtımîler'in hâkimiyetine girdi.
969-1071 yılları arasında bir asır süreyle Fâtımîler'in hâkimiyetinde kalan şehir, 1071'de Selçuklu-Türkmen hâkimiyetine geçti.
Büyük Selçuklular'ın içinde bulunduğu karışıklıklardan istifade eden Fâtımî veziri Şâban 491 / Temmuz 1098'de Selçuklulardan geri aldı.
Fâtımîler'in beceriksizlikleri yüzünden Kudüs-ü Şerif, 23 Şâban 492 / 15 Temmuz 1099'da Haçlı istilasına maruz kaldı ve Müslümanların elinden çıktı.
Selahaddin-i Eyyübî ise 88 yıllık haçlı işgaline son vererek 27 Receb 583 (2 Ekim 1187)'de yeniden fethedildi.
Bu Fetih sonrasında 1916'ya kadar hep Müslümanların elinde kaldı. 1916'da ise İngiliz Yahudi işgaline uğradı.
Kudüs ismi Kur'an'da doğrudan geçmemekle birlikte bu şehirden el-Mescidü'l-Aksâ'nın mübarek kılınan çevresi şeklinde bahsedilmiş (el-İsrâ 17/1), ayrıca bulunduğu bölge “mukaddes toprak” (el-Mâide 5/21), “iyi, güzel bir yer” (Yûnus 10/93) olarak nitelendirilmiştir. Hadislerde ise Mescid-i Aksâ'nın, Mescid-i Harâm ve Mescid-i Resûlullah ile beraber ziyaret amacıyla seyahat edilebilecek üç mescidden biri ve yeryüzünde Mescid-i Harâm'dan sonra inşa edilen ikinci mescid olduğu belirtilmiştir (Buhârî, “Fażlü'ś-śalât fî mescidi Mekke ve'l-Medîne”, 6, “Ĥac”, 26, “Enbiyâǿ”, 8, 40; Müslim, “Ĥac”, 288, “Mesâcid”, 2; Nesâî, “Mesâcid”, 3).
Ey sevgili Sultan!.. Ne kudüs seni unuttu ne Ümmet-i Muhammed'in sana muhabbeti eksildi…
20 Eylül'de başlayan kuşatma sonucu, 2 Ekim 1187'de teslim alınan "Kudüs'ün Fethi”ne dair 2011 yılı Temmuz ayında yazdığı yazıda Prof. İlber Ortaylı, "1187 yılının temmuz ayında Selahaddin-i Eyyubi, Hıttin Savaşı'nı kazandı ve tarih yazdı” diyerek başlayıpSelahaddin'in Haçlıları bozguna uğrattığı o meydan savaşından ve “Büyük Fetih”ten bahsederken Haçlılar'a dair de önamli ayrıntılara dikkat çekti…
İşte “Kudüs'ün Fethi” başlığı altında İlber Hoca'nın hatırlattıkları
:
Selahaddin-i Eyyubi'nin Kudüs kuşatması boğma stratejisi ile meşhurdur.
Şehrin suyunu ve yiyeceğini kesti, açlık başladı.
Yetmedi, etrafta büyük ateşler yaktırarak kuşatılanları dumana boğdu.
Yaz sıcağı ve duman, adeta şehrin güney yakasındaki Gehonim (İbranca “cehennem”e kaynak olan isim) denen derin çukurun ismine hak verdirecek bir hava yarattı.
Kral Guy of Lusignan, yarma harekatına girişmek için dışarı çıktığında kuşatmacılar bu bölgeye ve Selçukilere has çember stratejisini uyguladı.
Önce saflar şövalyelerin karşısında zayıfça savaşarak ikiye ayrıldı, sonra düşmanı kuşatıp çembere aldılar ve imha ettiler.
Selahaddin, sezgisi kuvvetli bir komutandı.
Mukaddes topraklarda kurulan, imanlı, inatçı ve gaddar şövalyeleri yani St. Jean takımını imha etti.
Laik şövalye ve asillerin fidyesini tercih etti.
Hatta bazılarını “Fidyenizi alıp gelin” diye memleketlerine yolladı.
Bunlar kurtuluş fidyelerini yanlarına koyup geri geldiler.
Alicenap davranışından dolayı dost oldular, “Saladin” ismini kendi aile unvanına ilave eden Fransız şövalye vardır.
Hiç şüphesiz 1187, Filistin ve Suriye'deki Haçlı hâkimiyetinin sonu değildi.
Daha bir insan ömrü kadar beklemek gerekecekti ama çöküntü başlamıştı.
Zaten Haçlılar, İsrail'in ünlü Ortaçağ tarihçisi Joshua Prawer'in de ifade ettiği gibi bu topraklara uyum sağlamış değillerdi.
Ne yemeleri ne içmeleri, hatta ne de yıkanma ve temizlik alışkanlıkları bölgeye uygundu.
Filistin'deki Müslüman ve Yahudileri katledip nefret ettikleri gibi, yerli Hıristiyanlara da aynı kötü muameleyi gösterdiler.
Nitekim Hıristiyanlar, Müslüman devlete daha evvel ödedikleri cizye vergisini şimdi de Haçlı krallığına ödemek zorunda kaldılar.
Selahaddin-Richard karşılaşması
Selahaddin-i Eyyubi istisnai bir komutan olarak hem mensubu olduğu Eyyubi hanedanının hem de hizmetinde olduğu Musul-Suriye atabeyliğinin ve Selçuki devletinin hizmetinde sivrildi.
Mısır'da Fatimi hakimiyetini o sona erdirdi.
Şüphesiz ki ilk İslam fütuhatı ve Emevi İmparatorluğu'ndan sonra bütün Ortadoğu'da bu kadar sivrilen ve coğrafyaya hâkim olan bir askere rastlamak mümkün değildir.
Kudüs'ün fethi bu kadarla kalmadı, bu Müslüman idarenin yeniden kurulması için bir geçiştir.
Hıristiyan dünyası şoktaydı, Papa III. Urban, Roma'ya felaket haberi ulaştığında inme inip öldü.
Art arda Haçlı seferleri tertiplendi.
Üçüncüsü artık Latin milletlerden çok “Aslan yürekli” Richard (İngiliz), Frederick Barbarossa (Alman) ve Philip August'un (Fransız) tertiplediği düzenli bir şövalye ordusuydu.
Anadolu'yu rahatça geçtiler.
Selçuklu ülkesi bu anda haçlılarla didişmek için neden görmedi.
Frederick Barbarossa, Silifke çayında boğuldu.
Alman takımı seferden çekildiyse de sadece bu sebepten dolayı mı bilinemez.
Philip August ile Richard kutsal ülkeye ulaştılar, yani Selahaddin ile Richard'ın karşılaşması hâlâ şövalye edebiyatını süsleyen bir motif.
Kudüs elan Müslümanların elindeydi.
Dördüncü haçlı seferinin lojistik işine Venedik girişti, kör ve kudretli Venedik doçu Enrico Dandolo, Haçlı ordularını ikna etti.
“Kâfirin beteri Kudüs'te değil İstanbul'dadır” dedi. 1204'te Konstantiniyye gafil avlandı, Haliç tarafındaki surlardan şehre girdiler.
İstanbul asıl düşüşü bu yılda yaşadı.
İtalya'ya ve Avrupa'ya taşınmayan servet kalmadı.
Ayasofya, Katoliklerin eline geçti.
Geride sadece bir anı mı kaldı?
Arada bir de çocuk Haçlı seferi tertiplendi.
Mistisizme erken kapılan veya yaşama hakkı pek olmayan fakir çocuklar ordusu mukaddes ülkeye yöneltildi.
Yollarda perişan oldular, “Sizi mukaddes ülkeye ulaştıracağız” diye çocukları Marsilya'da gemilere yükleyen adamlar sadece karşı kıyıya, Cezayir ve Fas'a yelken açıp gençleri esir pazarlarında sattılar.
Fransa kralı St. Louis 1250'de mukaddes ülkeye yöneldi, Kudüs'ü aldı ve azizlik şöhretini pekiştirdi.
Bu ikinci safhadır.
Ama ne mukaddes ülkeyi elde tutacak güç bu Frenklerin elinde kalmıştı ne de mukaddes topraklardaki her dinden yerlilerin ikinci defa gelen bu istilaya tahammülü vardı.
Üstelik Mısır'da yeni bir güç ortaya çıkmıştı:
Memluklar…
Soyları sopları pek belli olmayan, esir pazarlarından alınıp gelen güçlü kuvvetli zeki askerler.
Türk ve Çerkez asıllı bu Memluklar, Ortadoğu'ya yeniden çekidüzen verdiler.
Ardından Haçlıların üstüne yöneldiler.
1291 ve müteakip yıllarda Filistin, Haçlılardan ayıklanmıştı.
Lusignan hanedanı Kıbrıs'a çekildi, Osmanlı fethine kadar orada kaldı.
Rodos'ta St. Jean şövalyeleri mekân tuttu.
Bugünkü Yunanistan topraklarındaki kalıntılar dışında pek bir şey kalmadı.
“Haçlılardan İslâm dünyasında sadece kalan bir anı mı?” diye sorabilirsiniz.
Hayır.
İslam dünyasında unutulmayan bir kin bıraktılar.
Doğunun aydınları her çıkışta haklı veya abartılı olarak Haçlı zihniyeti aradı.
Haçlı seferleri bir tarihi muamma gibiydi.
Son 20 yılın içinde hem tarihçilerin hem de Amin Maalouf gibi romancıların eserleriyle İslam dünyasında da bu devir iki taraflı olarak ele alınıyor.
İlber Ortaylı, Milliyet -9 Temmuz 2011, Pazar-