Geçen ay çeşitli gazetelere yansıyan bir habere göre Çoum Valisi Necmettin Kılıç Özbekistan ve Afganistan'dan çoban ithal edeceğimizi beyan etti. Ülkemizde yeterli meramızın buluduğunu ancak bu meraları kullanma aşamasında hayvanları meraya götürecek çobanın olmaması sorunundan bahsetti.
Sorunu gördüğü için Valimizi kutlamak(!) gerekiyor sanırım. 20 yıldan beri her çocuğu fıtri gelişiminin bir parçasıymış gibi okullara tıkıştırma politikamızın olmazsa olmaz denilebilecek bazı işleri yok edeceği belliydi. Şehirde yaşayan herhangi biri için herhangi bir değer ifade etmese de hayvansal üretimin olmazsa olmazı bir sektörü yok ettiği de açık. Bir çok insanın masa başında kağıt, kalem ve bilgisayar destekli iş yapmayacağı da açık. Valimizin belirttiği üzere “küçükbaş hayvan neslini verimli nesillerle değiştireceğiz” beyanı da üzerinde dikkatle durulmaya değer bir açıklama. Galiba o da hayvancılığın endüstrileşerek küçükbaş hayvan yetiştiriciğinden ahırlarda büyükbaş hayvan yetiştiriciliğine geçmeyi öngörüyor.
Çorum Valisinin açıklamalarına göre ülkemize şu anda yurt dışından çoban getirilmeye çalışılıyor. Tarımdan o kadar kopmuşuz ki yurtdışından çoban ithal etmeyi düşünüyoruz. Bütün çocuklarımızı 18 yaşına kadar müfredatın zapturaptı altına aldık. Onları tamamen okul hayatının yetenekleri köreltecek uzmanlaşma hayallerinin önünde yitirdik. Bütün çocuklara ulaşılacak hedefler olarak masa başında işler, devlet dairesinde memurlukları hedef olarak gösterdik. Ve şöyle bir tablo çıktı önümüze: Ne köyde , ne şehirde işe yaramayacak nesiller.
Kazancın kaynağı, faydalı ve meşru üretim olmalı. Ancak meşruiyetin kaynağını kanunlar belirleyince Manukyan'ın yaptığı iş, Allah'a açılan savaşın kaleleri bankalar, Milli ibaresine sahip bir kurumun oynattığı kumar da meşru olabiliyor. Sosyal yapıda açtıkları yaraları iyileştirmek ise acaba kaç nesil sürecek?
Okullara hapsettiğimiz ve çoktan seçmeli düşünmeye zorladığımız beyinlerin çalışır durumda oldukları muhakkak. Ancak bu beyinlere düşünmeyi, idrak etmeyi öğretemediğimiz de bir gerçek olarak önümüzde duruyor.
Yaşadığı topluma faydalı bireyler yetiştirmeyi düşünüken fayda kavramının her yerde değişik anlam ifade edeceğini de unutuyoruz. Irak'ta taş üstünde taş bırakmayan Amerikan toplumu için işkencenin farklı yöntemlerini geliştirebilmek topluma faydalı olmak olarak kabul edilebilir. İsrail'de ise Filistinli kardeşlerimizi daha az maliyetle katledecek yöntemler geliştirmek topluma faydalı birey olmanın belirleyicisi olabilir. Topluma faydalılığı ekonomik getirilerle tanımladığımız sürece de çıkmaz sokaklarda gidip geleceğiz.
Ekonmik rakamları kutsamak; şu anda hakkı savunan, doğru yol uğruna dünyayı karşına alan kuşaklar yetiştirmemizin önünde engelmiş gibi görünüyor. Yıllardır okullarımızda verilen eğitim bizlere sosyal birlikteliği ve adaleti değil; ekonomik büyümeyi, konformist yaşamı,uzmanlaşmayı hedef olarak gösterdi. Aklımıza Allah korkusu değil, kanun korkusu; Peygamber sünneti yerine bilime uygun modern yaşam; vicdan yerine nefsin egemenliği dayatıldı.
Az ama helal kazancın, çok ama haram veya şüpheli bir kazançtan çok olduğunu kabul etmeyecek matematik bilgimiz bizlere bereket kavramını da açıklamaya muktedir olamayacaktır.
Bugün yaşadığımız modern ve çağdaş yaşamın dayatmalarını reddedecek kadar cesaretimizin olmadığı da açık. Cesaret korkmamak anlamına gelmiyor. Elbette ki korkularımız olacak. Cesaret, güdülerimizi korkularımızdan güçlü hale getiren şeydir. Yoksa bir fare, yavrusunu korumak için bir yılana nasıl savaş açacaktı. Dünyanın değişik coğrafyalarında zalime başkaldıran pek çok güçsüz insan korkularını nasıl ardlarında bırakacaklardı?