Coğrafi keşifler ve devamında gelen sanayi devrimi ile birlikte dünyanın pek çok köşesi, emperyalist ülkelerin sömürgesi haline geldi.
Sömürgeleştirme yarışının 20.yüzyılın ikinci yarısına kadar sürdüğünü de biliyoruz. Sömürgeleştirmenin kılık değiştirdiğini ve birçok sömürgeye, sömürgecinin düzenini devam ettirecek kişi ve aileleri kurdukları sistemin başına diktiği de ortada.
Her ne kadar Batının siyasi egemenliği kırılmış gibi görülse de, kültürel egemenliği devam ediyor.
Batı ilerlemede bir zirve olarak kabul ediliyor. Zirve olarak kabul edilip, örneklendirmenin Batı üzerinden yapılmasından dolayı; Batı uygarlık seviyesini ancak Batı'nın değerlerini gerçekleştirebildiğimiz sürece geçilebileceği gibi bir aldanma mevcut.
Batı uygarlığının gelişimi aşmasında kan, gözyaşı, talan ve yağma gibi gerçeklerin var olduğunu da görmek istemiyoruz.
Şu anda Batı ekonomisinin bizlere dayattığı üretim ve tüketim cenderesinden çıkmadığımız sürece; Batı uygarlığına ve dayattığı seküler yapılara hizmet edeceğiz.
Modernlik adı altında değerlerden vazgeçiliyor. Okullarda ve çarşı pazarda Batının empoze ettiği değerlere göre hareket edilir oldu. Uzun zamandır bir Hristiyan Bayramı “Yılbaşı” adı altında kutlanıyor. Yılbaşı çocuklarımızın zihnine hediyeleşme ritüelleri ile nakşediliyor. Bizler biliriz ki hediyeleşmek sünnettir. Ancak hediyeleşmeyi sadece Batı Uygarlığının ve kapitalist zihniyetin istediği zamanlarda yapıyorsak buna sünnet denilemez.
Yılbaşının Noel ile aynı şey olmadığını söyleyen batı uygarlığını nefislerine işlemiş olanlara şu cevabı vermek sanırım yeterli olacaktır: Eğer Yılbaşı İle Noel aynı değilse o “Noel Baba” denilen pagan tanrısı ile çam ağaçlarının yılbaşı gecelerinde ne işi var?
Müslümanız dedikten sonra Milli Piyango ve kredi kuyruklarında saatlerimizi ve hayatımızı heba ederken farkediyoruz ki; Hz.Adem'in düştüğü dünyadan çok uzaktayız.
Dinden ve milli kültürden arındırılmış bir alanın içinde devam ediyor yolculuğumuz. Dini duyarlılığı olan pek çok aile okulda ve Kur'an kurslarında verilen öğretimin yeterli olduğuna inanıyor. Kıldığımız namaz ve tuttuğumuz oruçlarla çocuklarımızın dini eğitimlerini vermiş olamıyoruz. Davranışlarına bir nebze örnek olabilsek de; neyi, nasıl, ne şekilde yapacağını öğretmedikçe dünyevileşen çocuklar yetiştirmeye devam edeceğiz.
Zihinsel bir körlük yaşadığımız için, hangi uygarlığın dayatmalarıyla hayatımızı geçirdiğimizi de fark etmiyoruz.
Kararlar alıyoruz ve bu kararları kültürümüze ait verilerle değil, anlık çıkarlar ve nefsani duygularımızın yönlendirmesi ile alıyoruz.
Nüfus kağıdımızda dinimiz ne kadar İslam olarak neşredilse de, hayat tarzımızın tahtında dünya sevdamızın bel bağladığı konformizm oturuyor.
Modern insanın yaşadığı psikolojik taciz, başarı baskısı, tüketim çılgınlığı ve hızlı yaşama tutkusu durup düşünmeye fırsat vermiyor. Bu nedenle de uhrevi hayata dair herhangi bir ölçümüzün olmasını da beklemek bir ham hayal.
Batı Uygarlığı nefsimize hitap ederek ruhumuzla savaş halinde…
Kültürümüze aykırı işler yaparak bir uçurumun kenarına dek geldik. Ya o uçurumdan düşeceğiz, ya da düşmemek için kültürümüze sıkı sıkı sarılıp Batı'nın nefsimize hoş gelen adetlerini teker teker bünyemizden atacağız.
Batıdan gelen her kültürel dayatmaya illa ki alternatif bulmak zorunda da değiliz. 8 Ocak tarihine gelen Mekke'nin fethini 1 hafta önce kutlamak da buna dahil.
Seçimimizi yapmamız gerekiyor artık. Eşyanın aslını kaybettiği, nefsimizin ruhlarımıza hükmettiği ve ölümün bile bir gerçek olarak algılanmadığı bir dünya ne kadar değerli?