Fatih D. Alkan

Boş vaktiniz var mı?

28.01.2018 04:19:26

Bizler, yorulduğumuzda yaptığımız işi değiştirerek dinlenmemizi tavsiye eden bir kitaba inanıyoruz.

İnandığımız Peygamber ise bizlere iki günümüzün eşit geçmesi halinde ziyanda olduğumuzu bildiriyor.

Kıymetini bilmeyerek geçirdiğimiz “zaman” ise Allah'ın üzerine yemin ettiği değerli bir kavram.

Ve bizler bütün bunları kulağımızın ardına atarak iki günümüzün, hatta yıllarımızın eşit olarak yaşandığı bir dönemde yaşıyoruz.

Hemen herkesin aynı bozuk düzende hayat tükettiği malum.

Uyandığımız saat, işimize gitmeden önce yapıp ettiklerimiz aynı. Kimsenin evinde kahvaltı yapmaya bile zamanı yok. Yollarda geçen, sonrasında günlük mesainin tamamlanmasına kadar geçen ve kendimiz için hiçbir şey yapamadığımız bir hayat.

Hayatımızı çalışma ve boş vakit diye iki önemli parçaya ayırmış durumdayız. Çalışma hayatının içinde küçük aralıklar vermek pek mümkün değil. Diğer parça olan boş vakitleri ise olmayacak şeylerle tüketiyoruz. Okumadığımız, ibadetlerimizi yapmadığımız, ailemizle ilgilenemediğimiz vakitlerimizi sosyal medya ve televizyon başında heba etmek bu çağın normal davranışı.

Geçmişte tasarrufa, üretim ve yatırıma verilen değerin fazlası artık tüketime verilmekte ve tüketimin yoğunluğu gelişmişliğin ölçüsü olarak kabul edilmekte.

Tüketim artık boş zamanlarımıza göz koydu. Artık çalışma sonrasında kalan vaktimizi, tüketerek harcamanın ve piyasaya can vermenin hazzını duyarak yaşıyoruz ya da yaşadığımızı zannediyoruz. Bunu yaparken de zamanımızı modern ihtiyaçlar(!) oluşturarak ele geçirmenin derdinde.

Boş zamanımız ve buna ilişkin olarak yapacağımız boş zaman tüketimi; sınıf, statü, hayat tarzı, yabancılaşma, medya ve kültür endüstrisiyle yakın ilişki içinde.

Tüketim toplumunda hiçbir zevk ve nesnenin kalıcı ve geçerli olması da öngörülmüyor. Hayali kurulan eşyaları bir defa elde ettiğimizde yenilerinin üretimi sayesinde tükettiğimiz zevk ve nesne gözden düşürülerek yenilerine yer açmak lazım.

Kullan/at tarzı tüketimle boş zamanlarımızı doldurmakta oldukça mahir zamanlarda yaşıyoruz. Tükettiğimiz zaman hakkında muhasebe yapabilecek bir envanterimiz bulunmuyor. Genelde dünyaya, ahirete ve kendimize ait dertlerimiz yok.

Yaşadığımız dönem sıcacık minderlerimizden kalkmadan yaşayabileceğimiz alanlar açıyor bize. Paket boş zaman doldurucularla hayat yolculuğumuza devam ediyoruz. Evimizde ve iş yerimizde açılan alanları benzer faaliyetler ile doğallığından koparıyoruz.

Tüketime yön verenler, boş zamanın kendiliğinden akıp gitmesine razı değiller. Aksine, kontrolü ele geçirerek, kendilerine bağımlı, seçme haklarını ellerinde tutamayacak bireylere ihtiyaç duyuyorlar. Özgürlük zannedilen yanılsama ise reklam, propaganda, bilinçaltı uyaranlar yoluyla tüketicilerin zihinlerine zerkediliyor.

Kapitalist süreç bizleri tüketim üzerinde disipline ediyor. Sahip olmak arzumuzu kışkırtarak ve alışveriş manyaklığına sevk ederek varlığını devam ettirecek koşulları belirliyor.

Burada durup sormak gerekiyor. Bizler aklını kullanan birer “insan” mıyız, yoksa hazlarının ve nefsani arzularının pençesinde kıvranan “homo ekonomicus” mu?

 

YORUM YAP