Medeniyet dediğimiz tek dişi kalmış canavar, Suriye'de, Arakan'da, Irak'ta, Filistin'de ve dünyanın pek çok köşesinde, mazlumların canlarına dişlerini geçirmiş. Bu canavarın elinden kurtulmayı başarabilenler ise canavara memleketlerinde değil, canavarın memleketinde yakalanıyorlar.
Avrupa'da onbinlerce hatta yüz bini aşan sayıda çocuğun ebeveyn koruması olmadığı bir halde hayatlarını devam ettirmeye çalıştıkları biliniyor. Onlara sahip çıkılmadığı takdirde hangi şeytanın ve hannasın elinde oyuncak olabileceklerinin farkında mıyız?
Gerek sosyal medya, gerekse haber ajansları vasıtasıyla zulmün kol gezdiği savaş coğrafyalarında yaşananları izlemek bile kanlarımızı donduruyor. Küçücük sahipsiz canların koruyamadıkları bedenleri zalimlerin elinde son nefeslerini veriyor. Dünyanın başka bir köşesinde kazanılacak paralar uğruna canlarına kıyılıyor. Ağlamaları yüreklerimizi sızlatırken yapabildiğimiz tek şeyin bela okumak oluyor. Okuduğumuz belalarla yüreklerimizi soğutmaya çalışıyoruz.
Uykularımız kaçmıyor. Size söylüyorum hanımlar, beyler... Uykularımız kaçmıyor. Arkadaşlar! Dertlenmiyoruz. İzlediğimiz videonun iki dakika sonrasında “abidik,gubidik” diye tabir edilen videoları seyrediyor ve o çocukları zihnimizden siliyoruz.
Servis edilen pek çok görüntünün gerçekliğinden emin olamıyoruz. Bir insani yardım gönüllüsünün veya insan hakları savunucusunun son derece insani duygularla canhıraş çalışması bizlere organ mafyasının şeytani bir çalışması olarak servis edilebiliyor. Bu görüntüleri izlediğimizde bütün nefretimizi algı mühendislerinin yönlendirdiği noktaya boca edebiliyoruz.
Bir saldırı sonrasında izbe bir köşede acil yardım yapılan çocuk rüyalarınıza girdi mi? Ya kimyasal saldırı sonrasında nefes alamayan çocuklar? Arakan'da elektroşok verilen çocuk ile domuz bağıyla bağlanmış çocuklar aklınıza geliyor mu? Suriye'de çırılçıplak işkence altındaki bebek aklınıza geliyor mu ? Sahillerimize cesedi vuran Aylan Bebek kimin hatırında? Dünyaya umursamaz gözlerle bakan Umran'ı hatırlayanınız var mı? Döktüğümüz gözyaşları bitti mi?
Ülkemizde üç milyona yakın Suriyeli misafirimiz var. Bunların bir milyondan fazlası çocuk. Bu çocuklar için ne yapabiliyoruz? Irkçılık ve hükümet aleyhtarlığını bir virüs haline getirerek onları düşman mı sayıyoruz? Her gün bir yıkıntının içinde kalma korkusuyla yaşıyor olmayı hiç aklınıza getirebiliyor musunuz? Geçmişte yaşamış zalimlerin aklına gelemeyecek işkencelerden geçen bu insanlar yan gözlerle bakılmak için bize bir şey yapmadılar. Onlar üzerinden henüz yüz yıl geçmemiş bir bölünmenin, sınırın diğer tarafında kalmış çocukları. Sınırın öbür yanında kalmayı bir suç olarak mı göreceğiz? İnsanlığımız bir sınır çizgisinin varlığından daha mı değersiz?
“Çocuklar ve kadınlar gelsin ama erkekleri gitsin” derken onları korumayı garanti altına alabilecek miyiz? Organ mafyasına, kadın ticaretine onları terk edebileceğimizi göremiyor muyuz?
Kimi paralı asker, kimi terörist, kimi organ ihtiyacı olanlar için yedek parça, kimi ahlak fukaraları için şeytani hazlarını karşılayacak köleler olacak. Sahip çıkamadığımız sürece şeytana köleler yetişecek ve bizler bunca şeytanlığın sebebinin bizim yapıp etmediklerimiz, dur diyemediklerimiz olduğunu idrak edemeyeceğiz.
Cebimizden çıkarıp vermekten imtina ettiğimiz bozuk paralarımızla da kimseye yardım edemeyeceğimiz açık. İçilen bir paket sigaranın veya bir öğün yemeğin bedeli kadar bile ceplerine koyabilmekten imtina ediyoruz. Sevdiklerimizden, ihtiyaç duyduklarımızdan vazgeçmedikçe samimiyetimizi göstermemiz de mümkün olmayacak.
Tatlı para kazanılan her yerde mafya var. Kimi mevzuata bürünmüş, kimi kara gözlüklerin ardına. Ve mafya hangi işlere el atmışsa o işler insanlığın hayrına olmayan ve reddedilmesi gereken işler. Uyuşturucu, organ, silah, otopark, ilaç ve aklımıza gelmeyen niceleri.
Artık seçim yapma zamanı... Eğilip yerden şeytan taşlamak için taş mı toplayacağız, yoksa gözyaşlarımızın hazmımızı tamamlamasını mı bekleyeceğiz?