Hayatlarımızı idame ettirebilmek için birçok meslek dalına bölünmüş ve bu mesleğin gerektirdiklerini yerine getiriyoruz. Ya da yerine getirmeye çalışıyoruz. Elbette çalışanların pek çoğunun mesleğini iyi niyetle yaptığına da şüphe yok. Ancak birçok meslek mensubunca mesleğin şartlarını kişiselleştirmekle ilgili problemler var.
Normal şartlarda bizlere tuhaf gelebilecek birçok uygulama bir meslek dalının içine girildiğinde zamanla normale dönüyor. Dışarıdan baktığımızda görebildiğimiz pek çok sorun, içine girdikçe kaybolmaya ardından da sorun değil çözümmüş gibi görülmeye başlanıyor. Ne var ki sorun olduğu yerde duruyor. Mesleğin içine girdikçe körleşiyoruz.
Adalet istiyoruz mesela. Birçok kanunu uygulamakta çok değişik uygulamalara şahit olabiliyoruz. Aynı hâkimin, aynı mahkemenin aynı konu üzerinde bugün verdiği karar ile iki gün sonra verebileceği karar çok farklı olabiliyor. Farklı olmasa bile bu sefer de başka bir yerde uygulayıcı değiştiğinde çok daha değişik kararlar çıkabiliyor. Sistem dışından eleştiri getiren herhangi birine karşı, mahkemelerin bu kadar iş yükü altında bazı yanlış veya eksik kararlarının çıkabileceği savunulabiliyor. Bir hâkimin vermiş olduğu kararı eleştirdiğinizde diğer hâkimlerin, konu hakkında hukuk sisteminin içinde yer alan ve hatalı karar veren hâkimle aynı minvalde konuştuğuna, düşündüğüne şahit olabiliyoruz.
Adalet sadece hâkim, savcı (müdde-i mumumi), avukat veya diğer adaliye çalışanlarının söz sahibi olamayacağı kadar büyük bir alanı kapsar. Vicdan terazisi adlî mekanizmaya gelmeden önce çalışabilse adalet çok daha etkin olabilirdi. Türkiye'de sadece adliyelerde görev yapan (yüksek yargı mensupları hariç) yaklaşık 12 bin savcı ve hâkime düşen yoğun iş yükünün aslında bizlerin kaybettiği adalet ve hakkaniyet ölçülerimizin değişmesiyle ilgisi yok mu?
Benzer şekilde sağlık sistemine de eleştiriler getirebiliyoruz. Sağlık Bakanlığına ve Türkiye Halk Sağlığı Kurumuna da pek çok eleştiriler getirilebilir. Hastalığı önlemeyi değil de önce hasta edip sonra hastalığı ilaç endüstrisiyle kol kola girmiş bir şekilde sadece sentetik ve medikal yöntemlerle yok etmeye çalışmanın anlamsızlığını Sağlık Bakanlığımız göremeyecek mi? Geçmişte uygulanan pek çok yönteme uzaydan gelmiş muamelesi yapan sağlık çalışanları ne zaman koruyucu tedavileri gündemlerine alacaklar? Dünya Sağlık Örgütü ve Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı'nın verilerine göre ülkemizde kanser teşhisinin 2030 yılında 26 milyonu aşacağı tahmin edilmekte. Tıp çalışanları kendilerini yeterli ve başarılı olarak addediyorlar. Kendilerinin de bir şekilde bu artışa sebep olabileceğini, sentetik ve medikal önlemlerle hastalıkların azalmadığını, sadece arttığını göremeyecekler mi?
Eğer gerçekten sağlık sistemimiz çok iyi çalışıyorsa neden kişi başına ortalama yılda 26 kutu ilaç tüketiyoruz? Neden her evde ilaç kullanmak zorunda kalan çok fazla insan yaşıyor? Bir şeylerin yanlış gittiğini sadece Tıp Fakültesi mezunlarının söylemeye hakkı olabileceğini savunan doktorlarımız ve sağlık çalışanlarımız aldıkları diplomanın gerçekten hakkını verebiliyorlar mı?
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zamanında yaşanan bir hadise bizlere ışık tutması gerekirken neden göz ardı edilir? İran'dan Medine'ye bir hekim gelip hastaları tedavi etmek ister. Aradan günler geçmesine rağmen kendisine gelip giden yoktur. Bununu üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.)'e gelerek ayrılmak üzere izin ister ve Müslüman halkın neden hasta olmadığını sorar. Efendimiz (s.a.v.), “Benim ashabım iyice acıkmadan yemez. Yedikleri zaman da tıka basa yemezler, iştahları varken de sofradan kalkarlar” buyurur. İranlı hekim de sağlığın şartının bu olduğunu söyler.
Bizler geçmişten gelen bilgilere kendimizi kapatmışken ve modern bilimin emrettiği şekilde sürekli yiyen ve hareketsiz bir hayat sürdürür hale gelmişken nasıl olacak da hastanelerden kurtulacağız?
Sağlık çalışanlarımızın ve doktorlarımızın cevap vermesi gereken budur. Performans sistemine dayalı AVM mantığıyla işletilen sağlık kurumlarından kimseye bir yarar gelmeyeceğini doktor ve sağlık çalışanlarımız görmedikçe ve gerekli eleştirileri de sağlık sistemini yönetenler dikkate almadıkça elbette sağlık arayanlar değil, sağlıksızlıktan nemalananlar fayda görecektir.
Bir mesleğin içine girmek o mesleğin sorunlarını, çıkmazlarını görmeye engel olmamalı. Elbette ki, insanlar kendi içinde bulundukları meslek gruplarının çıkarlarını koruyacaklar. Ama mesleğine kutsallık vehmederek onu bir tabu haline sokmaya da hiç gerek yok.
İşlerini doğru yapanlar, gerektiğinde hatayı kabul edenler her zaman başımızın üstünde. Sisteme getirilecek eleştirileri de kişiselleştirmemek gerekiyor. Bugün hatalı yürüyen sistemler, elbette ki yerlerini daha doğru organizasyonlara bırakmak zorunda kalacaklar.