İslâmcılar geçen yüzyıl boyunca “Medeniyet” terimini teknik-bilim dışında anlamadılar. İslâmcıların Türkiye'den etkilendiği iki isimden biri olan Sezai Karakoç “İslâm Medeniyeti” kavramını kullandı. İslâmcılığı etkileyen İsmet Özel, “Müslüman Toplum” kavramına vurgu yaptı.
Sezai Karakoç'un Malik Bin Nebi'nin “hadara” kavramı üzerinden benimsediği ve İsmet Özel'in “İstiklâl Marşı”nın içeriği ile eleştirdiği bir “Medeniyet” kavramı bulunuyor. Hemen bu noktada Mehmet Akif'in “medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” ifadesinde geçen “medeniyet” olumsuzlamasının paradoksal olarak Safahat ve yayınlanmış makalelerinde benimsenerek içselleştirildiği söylenmelidir. Kısacası İslâmcılık için iki farklı Mehmet Akif tavrı vardır.
İsmet Özel'in Sezai Karakoç'la tartışmasını Safahat'ı hiç zikretmemesinde görüyoruz. İsmet Özel, Mehmet Akif'le Safahat'a girmemiş İstiklal Marşı üzerinden intisap kurar.
İsmet Özel, “Üç Mesele” ve “Kalın Türk” kitaplarında “İslam'da medeniyet yoktur” fikrini ileri sürmektedir. İsmet Özel'in “Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var” mısraı ile “medeniyete” karşı duran İstiklâl Marşı'ndaki Mehmet Akif'i izlediği hususu tartışmasızdır.
Sezai Karakoç ise, medeniyet kurmayı İslâm'ın din olarak zarureti gibi değerlendirdi: “Şunu bir tarih kuralı olarak söyleyebiliriz: Bir inanç, bir düşünce, bir dünya görüşü, kitlelerin malı olduğu zaman, yaşayabilmek için, ya bir medeniyet olmak, bir medeniyet oluşturmak, ya da en azından bir medeniyetle kaynaşmak zorundadır. Çünkü uzun ömür, medeniyet ömrüdür. Devlet-i ebed müddet fikri de yorumlanırsa medeniyet fikrine çıkar” (Sezai Karakoç, Düşünceler I-Kavramlar, Diriliş Yayınları, 2005:18-19).
Sezai Karakoç 15 Mart 2008 tarihinde Diriliş Partisi Haseki İl Merkezi'nde yaptığı “Din ve Medeniyet” başlıklı konuşmasında “Medeniyet, kelime olarak da, yani etimolojik anlamda da dinden gelmektedir. Din, Medine, medeniyet hep aynı kökten gelen kelimeler” (Sezai Karakoç, 2008) demişti.
İsmet Özel de Üç Mesele'de benzer bir vurgu yapmaktadır: “Medine, şehir anlamına gelmekte, medeni, medineli, şehirli anlamını vermektedir. Bugün bizim Medine-i Münevvere olarak bildiğimiz şehrin asıl adı Yesrib'tir. Medeniyet kelimesine gerek günümüzde gerekse geçirdiği evrim boyunca pek az kimse tarafından etimolojik köküne bağlı olarak bir anlam verilmiştir (…) Şehirle medeniyet (umran) arasındaki bağlantıyı modern çağdan çok öncesinin düşünüründe, İbn Haldun'da da görmek mümkündür. Fakat medeniyet kelimesi Avrupa'da doğduğundan bu yana çoğu zaman etimolojisinden kopuk bir anlamı yüklenmiştir” (İsmet Özel, Üç Mesele, 1984: 119- 120).
İsmet Özel etimolojik bir “medeniyet” tanımlaması yaptığı halde medeniyet kavramını Spengler'den aldığını söyler: “Medeniyet tanımı, Oswald Spengler'den ödünç aldığım tanımdır (…) Bir medeniyet, yani “zivilisation” bir kültürün donmuş halidir” (İsmet Özel, Kalın Türk, 2010: 22). Bu anlamda kavramı reddetmekte etimolojik anlamda tutarlı değildir.
Anlaşılan o ki, Türkiye'de İslâmcılığı etkilemiş iki şair-düşünür ülkenin sembol isim (Mehmet Akif) ve değeri (İstiklâl Marşı) üzerinden birbiriyle tartışmaktadır. Bu tartışma siyasal mecraların teorik temellerini de belirlemektedir. Örneğin Milli Görüş, Sezai Karakoç'un teorik yaklaşımlarını güçlü bir şekilde vurgulamaktadır.
Sezai Karakoç, “Dini tarihten, toplumdan çekip alınız, geriye medeniyet ve insanlık namına ne kalır? İnsan topluluklarını hayvan topluluklarından ayıran gözle görülür, elle tutulur fark medeniyettir ama medeniyeti de medeniyet yapan dindir (...) Din ve medeniyet, cevizin içi ve kabuğu gibi bir bütündür. Bu bütünü korumak, en üstün görevdir. Bilim ve teknoloji yarışında rövanşı Medeniyetimiz aldığı takdirde, dinin hayatta gerçek yerini bularak, islâm dünyasını, Batı'yı, Doğu'yu aydınlatacağına, insanoğlunun yeryüzündeki mutluluğunun kapılarını yeniden açacağına kuşku yoktur” (Karakoç, 2008) ifadesiyle Batı'nın teknolojisinden iyi-üstün tarafları alarak Batı'yı altetme misyonunun yeniden hayata geçeceği iddiasındadır.
Sezai Karakoç'a göre bugünkü uygarlık, sırasıyla Yunan, Roma ve İslâm Medeniyeti'nin ölmeyen taraflarını bir miras gibi birbirine kalarak en sonda Batı Medeniyeti'nde toplanmıştır. İnsanlığın Medeniyeti olan Babil Medeniyeti'nden gelme ve kalma nice kurum ve kuruluş, geliştirile geliştirile, başka katkılarla zenginleştirile zenginleştirile Bizans'ta toplanmıştır. İslâm Uygarlığı, İnsanlık Uygarlığının yeniden dirilişi olarak ortaya çıktığından, birike birike gelen bu mirası kendi orijinal yapısına katmıştır (Sezai Karakoç, Düşünceler I-Kavramlar, Diriliş Yayınları, 2005: 15).
Sezai Karakoç'a göre “Kültür ve medeniyet, dinden, ruh, can ve öz alır. Din, onlar için tükenmez, kurumaz bir doğuş, varoluş ve yeniden diriliş kaynağıdır” (Sezai Karakoç, 2008).
Anlaşılacağı üzere Türkiye'de “Batının tekniğini alalım, ahlâkımızda (kültürümüzde) duralım” görüşü, dereceleri farklı bile olsa Ziya Gökalp, Mehmet Akif (Safahat) ve Sezai Karakoç hattı üzerinde yürümektedir. Nurettin Topçu ve İsmet Özel ise karşı hattadır.
Nurettin Topçu, “Kültür ve Teknik” yazısında Batı'dan bohçalar halinde tekniğin alınmasını eleştirmektedir. O'na göre her milletin tekniği ve medeniyeti kendi kültürünün üretimidir. Topçu'ye göre dinî yaşama ve anlama çabaları da “kültür”ün içindedir. Sezai Karakoç'a göre ise “kültür, dinden kaynaklanır.”
Topçu'nun eleştirisi sadece eleştiri olarak kalmaz. Nurettin Topçu, Batı'nın sanayisine, kentlerine, burjuva & proletarya sınıf çelişkilerine uğramasına mukavemet eder; sanayileşmeyi-kentleşmeyi millî kültürümüz için felaket sayar.
Ana tartışma şudur: “Batı'nın tekniğini ne kadar ve nasıl alalım da, muasır medeniyet olalım?”
İslâmcılık, Türkçülük ve Batıcılık (Muhafazakârlık-Liberalizm-Proleter Sosyalizm) bu tartışmayı yani “Renan'a cevap vermeyi” aşamamıştır: “İslâm terakkiye mani değildir” denmektedir.
Batı'nın teknolojisini aldık, şimdi de “kent modeli” ülkeyi sarmaktadır.