Eş‘ariyye mezhebinin kurucusu olan Ebü’l-Hasen Alî b. İsmâîl b. Ebî Bişr İshâk b. Sâlim el-Eş‘arî el-Basrî (ö. 324/935-36), Yemen’deki Eş‘ar kabilesine mensuptur. Sahâbî Ebû Mûsâ el-Eş‘arî (r.a.)’ın soyundan geldiği için Eş‘arî nisbesiyle tanınır.
Ehl-i sünnet akîdesinin gelişip yayılmasına olan önemli katkılarından dolayı “Nâsırüddin” lakabıyla da anılır. Doğum tarihi hakkında farklı görüşler varsa da genellikle 260 (873-74) yılında Basra'da doğduğu kabul edilir.
Küçük yaşta babasını kaybeden Eş‘arî onun vasiyeti üzerine Sünnî bir âlim olan Yahyâ b. Zekeriyyâ es-Sâcî'nin öğrencisi olur. Annesinin Mu‘tezile âlimlerinden Ebû Ali el-Cübbâî ile evlenmesinden sonra da onun himayesinde yetişti ve kendisinden kelâm tahsil eder.
Bir taraftan da Abdurrahman b. Halef, Ebû Halîfe el-Cumahî, Sehl b. Nûh, Muhammed b. Ya‘kūb gibi Sünnî âlimlerden hadis ve fıkıh dersleri alır. Basra'da oturduğu yıllarda zaman zaman Bağdat'a giderek Ebû İshak el-Mervezî'nin Mansûr Camii'ndeki cuma derslerine katılır.
Hocası Cübbâî'nin etkisiyle gençliğinde Mu‘tezilî görüşleri benimsemesine, hatta bunları savunan eserler yazmasına rağmen 300 (912-13) yılı civarında bir cuma günü Basra Camii'nde Mu‘tezile'den ayrılıp Ehl-i sünnet'e intisap ettiğini ve Ahmed b. Hanbel ile diğer hadis âlimlerince temsil edilen Selef itikadını benimsediğini açıklar.
MU‘TEZİLE GÖRÜŞÜNÜN YANLIŞLIĞINI GÖRDÜ
Eş‘arî'nin, Allah'ı zorunluluk altına sokan (vücûb alellah, bk. ASLAH; VÜCÛB) Mu‘tezile görüşünün yanlışlığını fark ederek hocası Cübbâî ile bu görüşle ilgili üç kardeş (ihve-i selâse*) meselesi etrafında yaptığı münakaşalarda tatmin edici cevaplar alamamasının Mu‘tezile'den ayrılmasında etkili olduğu kabul edilir.
Eş‘arî'nin mezhep değiştirmesini özel bir olaya bağlamak yerine onun gerçeği arama çabalarının, özellikle başta Ebû Hanîfe ve takipçilerinin konuyla ilgili düşünceleri olmak üzere daha önce yapılmış olan Mu‘tezile'yi tenkit mahiyetindeki çalışmaları incelemesi ve bu suretle kaydettiği fikrî gelişmenin bir sonucu saymak makul görünmektedir.
Eş‘arî muhtemelen 300'lü yıllarda Bağdat'a giderek hayatının geri kalan kısmını orada geçirir.
Basra'da yürüttüğü öğretim ve telif faaliyetlerine Bağdat'ta Sünnî inanç doğrultusunda devam ederek pek çok talebe yetiştirir. İmâmiyye'nin ileri gelenlerinden biri iken Eş‘arî ile yaptığı münazarada yenik düşen Ebü'l-Hasan el-Bâhilî'den başka İbn Mücâhid et-Tâî, Basra ve Bağdat'ta hizmetinden ayrılmayan Bündâr b. Hüseyin eş-Şîrâzî, Abdullah b. Ali et-Taberî, Muhammed b. Ali el-Kaffâl, İbn
Kaynaklarda Eş‘arî'nin ölümüyle ilgili olarak 320 (932) ile 380 (990-91) yılları arasında değişen farklı tarihler verilmekteyse de genellikle 324 (935-36) yılında Bağdat'ta vefat ettiği ve şehrin güney bölgesinde bulunan bir mescidin yakınındaki türbeye defnedildiği kabul edilmektedir.
ZÂHİDÂNE BİR HAYAT YAŞADI
Basra'da dedesinden intikal eden bir arazinin 17 dirhem tutarındaki geliriyle geçinen Eş‘arî'nin oldukça zâhidâne bir hayat yaşadığı anlaşılmaktadır. Samimi dindarlığının yanında kıvrak bir zekâya sahiptir.
Diyalektiği çok iyi kullandığı için yaptığı münazaralarda genellikle üstün gelirdi. Mu‘tezilî âlimlerin fıkıhta umumiyetle Hanefî mezhebini benimsemelerine bakılarak onun da aynı temayülü koruduğunu söylemek mümkünse de Mâlikî ve daha yaygın kanaate göre Şâfiî olduğu da nakledilir.
Hadis rivayetinden başka tefsir, fıkıh, usûl-i fıkıh, cedel gibi ilimlerle ilgilenmiş ve bu alanlarda da eserler vermiştir. Asıl şöhretini ise kelâm ve itikadî mezhepler sahasında yaptığı çalışmalarla kazanmıştır.
EHL-İ SÜNNET AKAİDİ SAFINA GEÇTİ
Hayatının ilk döneminde Mu‘tezilî kelâm anlayışı doğrultusunda eserler telif etmiştir. Fakat akla aşırı derecede güvenen, onu dinin esasları için temel ölçü kabul eden bu mezhebin bazı tutarsızlıkları bulunduğunu ve naslarla çatıştığını farkederek Ebû Hanîfe, Ahmed b. Hanbel, Buhârî, İbn Kuteybe, Ebû Saîd ed-Dârimî gibi âlimlerce ortaya konan Ehl-i sünnet akaidi safında yer alması kelâm tarihinde önemli bir dönüm noktası teşkil eder.
Eş‘arî, Mu‘tezile'nin aşırı akılcılığına karşı çıkışının etkisiyle olacaktır ki önce Ahmed b. Hanbel'in takipçisi olmuş ve teslimiyetçi bir tavır benimsemiştir. Fakat kısa bir zaman sonra itikadî esasları aklın ilkeleriyle destekleyerek nasları ön plana çıkaran üçüncü bir merhaleye ulaşmıştır ki bu Mâtürîdî paralelinde Sünnî kelâm metodunun başlangıç dönemini oluşturur.
BİD‘ATÇILIK VE ARİSTOCULUK GİBİ FELSEFİ GÖRÜŞLERİ ELEŞTİRDİ
Bu dönemde, Mu‘tezile görüşlerini savunmak için daha önce ileri sürdüğü görüşleri bizzat kendisi eleştirmiştir. Müslümanların itikadî konulardaki ihtilâflarını Maķālâtü'l-İslâmiyyîn adlı eserinde bir araya topladıktan sonra bid‘atçı görüşleri ve başta Aristoculuk olmak üzere felsefî fikirleri, ayrıca Hıristiyanlık, Yahudilik ve Mecusîliği çeşitli kitaplarında tenkide tâbi tutmuştur.
Bazı müsteşrikler Eş‘arî'yi, çeşitli yabancı kültürler karşısında Arap milliyetçiliğini canlandıran ve fikir hürriyetine engel olan bir hareketin öncüsü olarak gösterirlerse de bu iddiaya katılmak mümkün değildir. Çünkü Eş‘arî eserlerinde ne Arap milliyetçiliğini savunmuş ne de fikir hürriyetine karşı çıkmıştır. Görüşlerinin, Hindistan'dan Endülüs'e kadar muhtelif milliyetlere mensup Müslümanların yaşadığı geniş bir coğrafyada yayılmış olması bu iddianın isabetsizliğini gösterir.
SÜNNÎ KELÂM EKOLÜNÜN ÖNEMLİ KURUCULARINDAN
Kelâmî Görüşleri. Ebü'l-Hasan el-Eş‘arî'den günümüze intikal eden eserler kelâm kültürü ve terminolojisi bakımından çağdaşı Ebû Mansûr el-Mâtûrîdî'nin eserlerine nisbetle zayıftır. Buna rağmen kendisi Sünnî kelâm ekolünün önemli kurucularından biri olarak kabul edilmiştir. Bunda, hayatını sürdürdüğü Basra ve Bağdat gibi ilmî çevrelerin tesirinden başka muhafazakâr çoğunluğun en güçlü rakibini oluşturan Mu‘tezile mezhebinden dönüşünün de büyük payı olmalıdır.
Eş‘arî'nin, kendisinden sonraki birçok âlim tarafından geliştirilen kelâmî görüşlerini onun eserlerinden ziyade İbn Fûrek'in önemli bir kısmını bu eserlerden derlediği bilgilerden ve bunlara eklediği şahsî yorumlarından hareket ederek şu şekilde özetlemek mümkündür:
- BİLGİ
Zaruri ve iktisabî olmak üzere ikiye ayrılır. Doğruluğundan şüphe edilmeyen bilgilere zaruri bilgiler denir. Akıl dış dünyadaki nesnelerden yaptığı soyutlamalarla yani kavramlarla birleşip özdeşleşince bilgi meydana gelir. Bu anlamda akıl bilgi demektir. Bilgi sadece nazar ve tefekkürle değil tartışma (cedel) yoluyla da elde edilebilir.
Âlemdeki bütün cisimler bölünemeyecek kadar küçük olan cüzlerin (atom) birleşmesinden meydana gelmiştir. Bu parçalar sonlu olduğu için bunların birleşip ayrılmasından oluşan âlem de sonludur. Atomlarda, kendiliğinden çeşitli terkipler yaparak değişik cisimler meydana getirme gücü yoktur; onların birleşmesi ve farklı cisimler teşkil etmesi sadece ilâhî irade ve kudretin tesiriyle olmaktadır. Zira bütün atomlar mahiyet itibariyle birbirinin benzeridir.
- İLÂHİYAT
Allah'ın varlığına ancak akıl yürütme yöntemiyle ulaşılabilir. O'nun varlığına ilişkin bilgiler, insanda doğuştan mevcut olan zaruri bilgiler türünden değildir. Aksi halde varlığı hakkında şüpheler ileri sürülmez ve sonuç itibariyle herkes zorunlu olarak O'na iman ederdi. Allah'ın mevcudiyetini idrak etmek için insanın hangi unsurdan yaratıldığını, bir damla sudan nasıl mükemmel bir varlık haline geldiğini düşünmesi yeterlidir. Zira onun dünyaya gelişi de çeşitli safhaları aşıp dünyadan ayrılışı da kendi irade ve gücü dahilinde olmamaktadır. Şu halde insanı yaratan, yaşatan ve dünya hayatına son veren irade ve kudret sahibi bir varlığın bulunması gerekir ki O da Allah'tır.
Allah'ın ezelî sıfatları vardır. Âlim, kādir, hay, mürîd, mütekellim, semî‘, basîr oluşu O'nda ilim, kudret, hayat, irade, kelâm, sem‘ ve basar sıfatlarının bulunduğu anlamına gelir. Başka bir ifadeyle Allah ilimle âlim, kudretle kādirdir. Hayat, ilim, irade ve kudret sıfatları fiilleri yoluyla; sem‘, basar, kelâm, bekā sıfatları da zâtının eksiklikten tenzih edilmesini gerektiren aklî zaruretle bilinir.
Vech, yed, ayn, istivâ, nüzûl gibi sıfatlar sadece naslarda O'na atfedilen kavramlar olup akıl onların Allah'ın zâtına lâyık olacak mânaları bulunduğuna hükmeder. Yaratma, rızık verme gibi fiilî sıfatları ezelî değildir. Zira bu takdirde âlemin ezelî olması gerekirdi, bu ise imkânsızdır. Zâtında mevcut kelâm-ı nefsî kadîm, bu kelâmı ifade eden lafızlarsa hâdistir. Allah'ın ilminde bir değişiklik olmaz, varlıkları yaratmadan önceki bilgisi ne ise yarattıktan sonra da odur. İrade sıfatı küllî olup âlemdeki bütün varlık ve olayları kuşatır; aynı şekilde kulların fiilleri de ilâhî iradeye göre cereyan eder.
Kul fiilini Allah'ın dileyip yarattığı hâdis kudretle yapar ve böyle bir kudretle de olsa fiili yaptığı için sorumlu olur. Eğer kul fiilini ilâhî irade ve kudretten bağımsız olarak yapabilseydi ona dilediği niteliği verebilmesi gerekirdi. Hâlbuki kulun güzel ve iyi olmasını istediği bir şey çirkin ve kötü olabilmektedir. Bütün ilâhî fiiller hikmet ve adalet ürünü olmakla birlikte irade sıfatına göre gerçekleşir. Dolayısıyla bu fiillerde menfaat elde etme veya bir zararı bertaraf etme anlamında herhangi bir hikmet aramak gereksizdir. Esasen hiçbir şey O'nun hakkında vâcib değildir.
Allah'a nispet edilen isimler sadece nasla belirlenir. Allah'ın görülmesi aklî bir imkânsızlığa götürmediği için mümkündür. Dünyada Allah sadece Hz. Peygamber tarafından görülmüştür; âhirette ise bütün müminlerce görülecektir; rüyada görülmesi ise imkânsızdır.
- NÜBÜVVET ve ÂHİRET
Allah bir sebep ve hikmete bağlı olmaksızın sadece rahmetinin eseri olarak kullarından dilediğini peygamberlikle görevlendirir. Bunlardan resul olanlar ilâhî emirleri insanlara tebliğ etmekle yükümlü tutulduğu halde nebîler böyle bir mükellefiyet taşımaz. Bu sebeple kadınlardan da nebî seçilmiştir. Bir peygamberin nübüvveti mûcize göstermesi, önceki peygamberin kendisini haber vermesi veya hitap ettiği insanlarda, örnek davranışları ve öğretilerinin hidayete ulaştırıcı olması açısından nübüvvetinin doğruluğuna dair zaruri bir bilginin meydana gelmesiyle bilinir. Hz. Peygamber'in nübüvvetine ilişkin en büyük delil, ümmî olduğu halde Kur'ân-ı Kerîm gibi yüce bir kitabı getirmiş olmasıdır. Erişilmez nazım güzelliği, fevkalâde zengin muhtevası, gayba ait haberler içermesi, çelişki ve tutarsızlıklardan uzak bulunması onun ilâhî kaynaklı bir kitap olduğunu gösterir. Peygamberler nübüvvetten önce büyük günahlardan, nübüvvetten sonra da bütün günahlardan korunmuşlardır.
Âhiret hallerini bilmenin tek yolu nakil olmakla birlikte akıl da bunların imkân dahilinde bulunduğunu kabul eder. Kabirlerdeki cesetlere, dünyadaki amellerine göre acı veya huzur ve mutluluk hissedecek şekilde bir tür hayatın verilmesi, ölmüş bir canlının ikinci defa yaratılması (ba‘s ba‘de'l-mevt) aklen imkânsız değildir.
- İMAN – GÜNAH
İman Hz. Muhammed'in hak peygamber olduğunu tasdik etmekten ibarettir. İnancı dil ile açıklamak ve ilâhî buyrukları yerine getirmek (ikrar ve amel) imana dahil değildir. İlâhî buyruklara aykırı olan her davranış büyük günahtır. Günahın büyüklüğü ve küçüklüğü izafîdir. Kötülüklerin günahı iyiliklerden elde edilen sevabı yok etmez (bk. İHBÂT). Tövbe Allah'a karşı işlenen bütün günahları siler. Kullara verilen sevap ve mükâfat işledikleri amellerin karşılığı değil sadece ilâhî bir lutuftur.
- İMÂMET
Müslümanların işlerini Hz. Peygamber'in tayin ettiği ilkelere göre yürüten bir halifenin ehlü'l-hal ve'l-akd* tarafından seçilmesi zaruridir. Şiî iddialarının aksine halifenin nasla tayin edildiğini gösteren hiçbir delil yoktur. Eğer Resûl-i Ekrem yerine geçecek olan halifeyi nasla tayin etseydi ve bu kişi de Hz. Ali olsaydı ashap bu emri yerine getirir, Ali de bunu bir emir telakki ederek ilk üç halifeye biat etmezdi. İmamın gaybı bilmesi ve mâsum olması mümkün değildir. Ali ile muhalifleri arasında meydana gelen olaylarda Ali haklı, muhalifleri hatalı idi
Eş‘arî üzerinde araştırma yapan çağdaş yazarların bir kısmı onun sadece Ahmed b. Hanbel'e uyan ve tamamen Selefî çizgiyi takip eden bir akaid âlimi olduğunu ileri sürerken bir kısmı da onu İbn Küllâb el-Basrî, Hâris b. Esed el-Muhâsibî ile Kalânisî'den etkilenen ve onların görüşlerini açıklayan bir kelâma olarak görür. Öyle anlaşılıyor ki Eş‘arî itikadı esasları belirlerken Ahmed b. Hanbel'den faydalanmış, nakli akılla desteklerken İbn Küllâb. Muhâsibî ve Kalânisî gibi kelâmcılar doğrultusunda bir çizgi takip etmiş, ancak kendine has bir kelâm sistemi de kurmuştur. Onun sistemi Ehl-i sünnet ilm-i kelâmının bir mektebi haline gelmiş, kendisinden sonra önemli değişikliklerle İbn Fûrek, Bâkıllânî, Ebû İshak el-İsferâyînî, Abdülkāhir el-Bağdâdî, Cüveynî, Gazzâlî, Ebû Bekir İbnü'l-Arabî, Fahreddin er-Râzî, Seyfeddin el-Âmidî, Adudüddin el-Îcî, Seyyid Şerîf el-Cürcânî, Teftâzânî gibi belli başlı kelâmcılar tarafından geliştirilerek günümüze kadar devam ettirilmiş ve neticede kelâmı metot açısından Eş‘arî'yi büyük ölçüde aşan bir noktaya ulaşmıştır. Şâfiî ve Mâlikî âlimlerinin ekseriyetiyle bazı Hanbelî ve Hanefî âlimleri de Eş‘arî'nin görüşlerini benimsemişlerdir.
Eş‘arî'nin sistemi çeşitli âlimlerce tenkit edilmiştir. Bunlar arasında Hasan b. Ali el-Ahvâzî, İbrâhim b. Muhammed b. Ayyaş, Kādî Abdülcebbâr, İbn Hazm, İbn Teymiyye ve bazı Mâtürîdî âlimleri yer alır. Ahvâzî'nin Meŝâlîbü İbn Ebî Bişr el-Eş'arî'de mülhidlikle suçladığı Eş‘arî'ye yönelttiği tenkitler indî ve tutarsız ithamlardan öteye geçmez. Ebü'l-Kāsım İbn Asâkir Tebyînü keźibi'l-müfteri fî-mâ nüsibe ile'l-İmâm Ebi'l-Ĥasan el-Eş'arî adlı eserinde bu ithamlara cevap vermiştir. Kādî Abdülcebbâr'ın tenkitleri ise daha çok Ehl-i sünnet'le Mu‘tezile arasında ihtilâflı olan konularla ilgilidir. İbrâhim b. Muhammed b. Ayyaş, Eş‘arî'nin usule dair eserine Naķżu İbn Ebî Bişr fî Îżâĥi'l-burhân adlı bir reddiye yazmıştır. İbn Hazm'ın Eş‘arî'yi tenkidi, görüşlerini eksik nakletmesinden ve buna bağlı olarak onu yanlış anlamasından kaynaklanmaktadır. Ona göre Eş‘arî sadece Allah'a iman eden herkesi mümin saymıştır. Hâlbuki Eş‘arî, eğer naslar peygambere iman etmeyi farz kılmasaydı sadece Allah'a iman edeni mümin saymanın aklen mümkün olacağını söylemiştir. İbn Hazm'ın, Eş‘arî'nin Allah'a ezelî sıfatlar nisbet etmesiyle ilgili tenkidi de isabetli görünmemektedir. Zira aynı görüşü kendisi de benimsemiştir (a.e., V, 76). İbn Teymiyye umumi mânada kelâmî metodu eleştirirken Eş‘arî'yi de buna dâhil etmiştir. Mâtürîdî âlimleri Eş‘arî'yi fiilî sıfatları hadis kabul etmesi ve Havva, Âsiye, Meryem gibi bazı kadınların nebî olduğunu söylemesi gibi hususlarda tenkit etmişlerdir.
Buna karşılık bazı âlimler de Eş‘arî'yi müdafaa eden eserler yazmışlardır. İbn Asâkir'in Tebyînü keźibi'l-müfterî fî-mâ nüsibe ile'l-İmâm Ebi'l-Ĥasan el-Eş'arî (Kahire 1399/1979), Ahmed b. Muhammed el-Kurtubî'nin Zecrü'l-müfterî ‘alâ Ebi'l-Ĥasan el-Eş'arî (Sübkî, III, 423-437), İbn Derbâs'ın Risâle fi'ź-źeb ‘an Ebi'l-Ĥasan el-Eş'arî (Medine 1403), Muhammed b. Dâvûd el-Bâzelî'nin Menâķıbü Ebi'l-Ĥasan el-Eş'arî (Dârü'l-kütübi'z-Zâhiriyye, nr. 5056) ve Ali b. Muhammed et-Tûnisî'nin el-Ĥusâmü's-semherî adlı eserleri bunlardan bazılarıdır.
Eş‘arî'nin görüşlerini günümüze ulaşmayan bazı eserlerinden inceleyerek tesbit eden ve kendi yorumlarını da katan İbn Fûrek'in Mücerredü maķālâti'ş-Şeyh Ebi'l-Ĥasan el-Eş'arî adlı eseri onun hakkında yapılan en önemli çalışma niteliğindedir.
ESERLERİ
Ebü'l-Hasan el-Eş‘arî'nin kelâm, cedel, tefsir, usûl-i fıkıh ilimlerine, ayrıca Mu‘tezile ile Şîa'nın reddine, Mecûsîler'in, Yahudilerin, Hıristiyanların, tabiatçıların ve çeşitli felsefî görüşlerin tenkidine dair olmak üzere irili ufaklı yüzü aşkın eser yazdığı rivayet edilir. Bunların sayısını 300'e çıkaranlar da vardır.
İbn Asâkir, Eş‘arî'ye ait eserlerin listesini onun el-'Umed adlı eseriyle İbn Fûrek'in Mücerred'inden nakleder (Tebyînü keźibi'l-müfterî, s. 128-136). Ancak bunlardan sadece beşi günümüze ulaşabilmiştir:
1. Maķālâtü'l-İslâmiyyîn*. Müslümanlar arasında itikadla ilgili olarak ortaya çıkan farklı görüş ve mezheplere dair önemli ilk kaynaklardandır
2. el-İbâne* ‘an uśûli'd-diyâne. Ehl-i sünnet'e intisap ettiği yıllarda kaleme aldığı bir risâledir
3. el-Lüma'* fi'r-red ‘alâ ehli'z-zeyġ ve'l-bida'. Allah'ın sıfatlarını, kader ve iman konularını Ehl-i sünnet'e göre açıklayan eseridir.
4. el-Ĥaŝ ‘ale'l-baĥŝ*. Kelâm ilmini ve bu ilmin kullandığı aklî istidlâl metotlarını tenkit edenlere cevap olarak yazdığı risâledir. Eser, Risale fî İstiĥsâni'l-ħavż fî ‘ilmi'l-kelâm adıyla meşhur olmuş ve bu isimle neşredilmişse de son araştırmalara göre bu eserin el-Ĥaŝ ‘ale'l-baĥŝ adını taşıdığı anlaşılmıştır.
5. Risale ilâ ehli'ŝ-Ŝeġr. Selef'in üzerinde icmâ ettiği itikadî ilkeleri ihtiva eden, Demirkapı halkına hitaben yazıp gönderdiği bir risâledir. Allah'ın varlığına ait delilin yer aldığı bir mukaddime ile iki babdan oluşur. Birinci babda Hz. Peygamber'in gönderildiği sırada insanların dinî durumları, ikinci babda Selef'in hakkında icmâ ettiği esaslar elli bir maddede anlatılır. Bunlar sıfatlar, âlemin hudûsu, Hz. Peygamber'in nübüvveti, iman - günah meselesi, âhiret halleri gibi konuları ihtiva eder. Muhammed Seyyid el-Celyend tarafından Uśûlü Ehli's-sünne ve'l-cemâ'a adıyla yayımlanan eseri (Kahire 1987) Kıvâmüddin Burslan Türkçe'ye tercüme ederek Darülfünûn İlâhiyat Fakültesi Mecmuası'nda neşretmiştir. Risâlenin Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde bir nüshası vardır. Kaynaklarda Eş‘arî'ye nisbet edilen Tefsîrü'l-Ķur'ân'ın günümüze ulaşıp ulaşmadığı bilinmemekle birlikte İbn Fûrek'in Tefsîrü'l-Ķur'ân adlı kitabında bu eser kısmen nakledilmiştir. İbn Fûrek'in eserinin eksik bir nüshası (III. cilt) Millet Kütüphanesi'nde bulunmaktadır. Eş‘arî'ye nisbet edilerek yayımlanan Şeceretü'l-yaķīn ve Muķaddimetü Seyyidî Ebi'l-Ĥasan el-Eş'arî adlı eserlerin ona ait olmadığı anlaşılmıştır. Zira bu kitapların ihtiva ettiği konuları Eş‘arî'nin düşünceleriyle bağdaştırmak mümkün değildir.
Eş‘arî'nin günümüze ulaşmayan bazı eserleri de şunlardır: en-Nevâdir fî deķā'iķi'l-kelâm, eś-Śıfât, el-Muħtaśar fi't-tevĥîd ve'l-ķader, Îżâĥu'l-burhan, el-İĥticâc, el-Aħbâr, Delâ'ilü'n-nübüvve, Fi'l-İmâme, ‘Ale'n-Nâsiħ, Fî Enne'l-kıyâse, yeħuśśu żâhire'l-Ķur'ân, ‘Ale'n-Naśârâ, el-Mesâ'il ‘alâ ehli't-teŝnîye, el-Fuśûl fi'r-red ‘ale'l-mülĥidîn ve'l-ħâricîn ‘ani'l-mille, Cümelü'l-maķālât fî eķāvîli'l-mülĥidîn, ‘Alâ Ehli'l-manŧıķ, er-Red ‘ale'l-felâsife, Naķżu Naķżi Te'vîli'l-edille ‘ale'l-Belħî, el-Ķāmi' li-Kitâbi'l-Ħâlidî fi'l-irâde, Naķżü't-Tâc ‘alâ İbni'r-Râvendî, Fi'n-Naķż ‘alâ İbni'r-Râvendî fî İbŧâli't-tevâtür, Naķżü'l-laŧîf ‘ale'l-İskâfî, Naķżu Kelâmi ‘Abbâd b. Süleyman, en-Naķż ‘ala ‘Alî b. ‘Îsâ, ‘Alâ Ebi'l-Hüźeyl fî Ma'lûmâtillâh ve maķdûrâtih, Fi'r-Red fi'l-ĥarekât ‘alâ Ebi'l-Hüźeyl, Fî Ĥikâyâti meźhebi'l-Mücessime (İbn Asâkir, s. 129-139). D. Gimaret, Eş‘arî'nin çeşitli kaynaklarda zikredilen eserlerinin adını bir makale halinde yayımlamıştır.