Lütfi Bergen

Müslüman zengin olur mu?

09.03.2016 05:52:40

Tevhid, servete değil birikim kaygısına itiraz eder. Musa (as) Hızır (as) ile seyahatinde istedikleri halde kendilerine ekmek vermeyen şehrin (Antakya) çıkışında Hızır'ın harap bir duvarı tamir etmesine içerler. Oysa yıkıntı duvarın temelinde iki yetim çocuğa ait gömülü bir küp altın vardır. Hızır, yetim çocukların servetini zorba halkın yağmasından korumuştur.

Din, servetin toplum aleyhine birikmesine izin vermemektedir. Fakat Allah, dilediğine hesapsız-emeksiz servet verir.

Kapitalizm ise sermayeyi hem de “topluma karşı” kayıtsızca biriktirmek amaçlı zihniyet ve yöntemler bütünüdür.

Dinin yasakları, iktisadi fayda sağlayan 1) metalar, 2) zevkler, 3) muameleler hakkındadır. Dinin emirleri o emirlere itaat edenlere toplum lehine iktisadi bir külfet getirir. Bir fakirleşme etkisi oluşturur.

Dürüstlük, eminlik, helâl kazanç, mal biriktirmeye engel bir meşakkattir.

“İyilik hep kazanır” derler. Bu maddî, dünyevî nazarla ele alındığında doğru bir söz değildir. Dünyevî kazanç Allah'ın malike'l mülkü içinde edna (alçak) ve kıymetsizdir.

Rüşvet, içki, kumar, fuhuş, malın bağıra çağıra satılması (reklâm teknikleri), faiz, fahiş fiyat, karaborsacılık, spekülasyon, malın pazara çıkmadan kapatılması, adam kayırma, anlaşmalı ihale, tekelcilik, toplumsal menfaatin belli çevrelere özgülenmesi vs. yollar, bu fiilleri işleyene toplum aleyhine servet biriktirme imkânını sağlar. Servet biriktikçe sahibine debdebe, itibar ve imtiyaz vermektedir. Servet, çarkını bir çevirdi mi, kendini katlayarak büyütür.

Dindar adam ise yukarıda zikrettiğim fiilleri yapmadığı oranda sermaye birikiminden mahrum kalacaktır.  

Diğer taraftan din, sadece “fahşa-münker-bağyi nehiy” ile değil “iyiliği emr” ile de sermaye biriktirmeyi imkânsızlaştıran değerlerle gelir.

İşçinin işgücünün ürettiği fazlalık, işverenin elde ettiği kârın ta kendisidir. Kârı üreten işçinin emeğinin karşılığı olan ücret, işçinin geçimine yetmediği halde, sermayedarın servetinin sürekli büyümesi emeğin sömürüldüğünü gösterir.

Müslümanlar bugüne değin işveren-işçi arasında yaşanan gerilimin adil ücretin verilmemesinden kaynaklandığını savundular. İslâm'ın işçi-patron ilişkisini “Hak” ile düzenlediğini savundular. “İbn Ömer (r.a.) Resûlullah'ın: “İşçinin ücretini alın teri kurumadan önce ödeyiniz” buyurduğunu rivayet etti” dediler. Acaba bu rivayet işçi-patron ilişkisine delil sayılabilir mi?

Söz konusu rivayet, emeği ile bir sahabenin işini yapan diğer sahabenin ücretli işçi değil “istisna akti” kapsamında iş gördüğüne ilişkindir. Demirci kılıç döver, duvarcı ev inşa eder. İslâm toplumunda bir sahabenin diğer sahabeye sürekli “işçi” kılınması “hür insanların köleleştirilmesi”nden başka bir anlama çıkmaz. Medine toplumu, bildiğimiz manadaki işçi-patron ilişkisini reddetmek üzere kuruldu.

Demek ki din, “para kazandıran” meşguliyetleri yasakladığı gibi, “para biriktirmeyi” gerekçelendiren emek-sermaye ilişkilerini de reddetmektedir.

Dinin doğrudan reddettiği tek ideoloji kapitalizmdir.

İnsanlığın arayışı kapitalizmin yıkılışını ya da en azından durduruluşunu sağlama cehdi yönündedir.

Fakat bugün Müslümanlar kapitalizmin yıkılışına değil, yürüyüşüne meftun görünüyor.

İslâm, kıst (adalet) tesis etmeyen, iktisadî hayata müdahil olmayan erdemi ahenk bozucu sayar. Nitekim, “Allah'a ve Rasulü'ne inanın ve sizi hakim kıldığı, sizin yönetiminize verdiği şeylerden (Allah için) harcayın” (57 Hadid 7) ayetinde inanmak (aminu), infak etmek (enfiku), halef kılınmak (mustahlefîn) kavramlarını doğrudan doğruya birbirine bağlanmıştır. İnsanın hilafeti iktisadî mahiyettedir.

Din, sınıf çelişkilerinin derinleştiği, sömürünün müesseseleştiği bir iktisadî ortamda mü'minlerin zenginliği yolunu açmaz. Mü'minler ancak “medine toplumu”nda topyekün zenginliğe uğratılır. Zenginlik istiğfar gerektiren bir garkolmadır. “Onlardan sonra da bakalım nasıl amel edeceksiniz diye yeryüzünde sizi halifeler kıldık” (10 Yunus 14).

Ebu Zer el Gıfârî'nin Rebeze'de bir evi, bir davar sürüsü (kırk sağmal keçi ya da koyunu), yarısını cihadda kullandığı otuz atı, en az üç kırmızı devesi, bir çobanı, hizmetini sürdüren azatlı cariyesi, yıllık 400 dinar (veya 4000 dirhem) atâsı, Fustat'ta merkez camiinin yanında Dâru'l-Umud adlı bir arazisi vardı. Hz. Muaviye'nin gönderdiği 1000 dinarı tasadduk etmiş, biri Hz. Peygamber (asv) tarafından verilen iki köleyi de azat etmişti (Cengiz Kallek,Sosyal Servet: İslâm'da Yönetim-Piyasa İlişkisi, Klasik Yayınları, 2015: 192-193).

Ebu Zer, sahabenin en fakiriydi.

Müslüman zengin olmaz, Allah servet vermedikçe.

Bütün bunları “Müslüman zengin ve kuvvetli olmalı” diyenlere bir cevap niyetiyle yazıyorum.

[email protected]

lütfibergen (@BergenLutfi) | Twitter

  1. Muammer Aydın Muammer Aydın

    Yazınız sonuna dek katılıyorum. Servet biriktirme, lüks ve şatafat ile birlikte İslam toplumunda zulüm, Muaviye zamanında başladığı, Ebu Zer-i Gıfarinin kendisine; 'Ey Muaviye! Bu altından sarayı milletin parasıyla yaptıysan, bu haramdır. Yok eğer kendi paranla yaptıysan da israftır!' Dediği birine Hazret demenize ise asla katılmıyoruz. Peygamberimizi görmüş, müslüman olduğunu, iman ettiğini söylemiş herkes sahabe ya da Hazret sayılmamalı.

YORUM YAP