Kur'an'da erkeğin karısı üzerinde ve kadının da kocası üzerinde haklarının bulunduğu belirtilmiştir: (Bakara 228, Bakara 233; Nisa 4, Nisa 20, Nisa 21; Talâk 7). Kocanın karısına karşı iki yükümlülüğü bulunmaktadır: Mehir ve nafaka.
Diğer taraftan İslâm, “Erkeklerin de kazandıklarından nasipleri, kadınların da kazandıklarından nasipleri vardır” (4 Nisa 32) ayetiyle “mal ayrılığı” rejimi getirmiştir. Ancak 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe giren Türk Medeni Kanunu'nda eşler arasında yasal mal rejimi olarak “edinilmiş mallara katılma rejimi” kabul edilmiştir. Bu rejim nedeniyle yeni evlenecek kadınlar hem eşlerinden altın/takı, ev eşyası, külfetli bir düğün merasimi istemekte hem de TMK'nun “eşler arasında eşitlik” tesis eden hükümlerinin tatbikini beklemektedir.
Dolayısıyla evlenecek bir gençten (erkekten) geleneksel hukuk normlarının “mehir” hükümlerini yerine getirmesi beklenmekte, evlilik gerçekleştikten sonra ise mevcut yasal rejimin hukuk normlarına göre davranması istenmektedir.
TMK md. 202 ile “Eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin uygulanması asıldır” hükmü getirildikten sonra TMK md. 242'de “Mal ayrılığı rejiminde eşlerden her biri, yasal sınırlar içerisinde kendi malvarlığı üzerinde yönetim, yararlanma ve tasarruf haklarını korur” hükmüyle “mal ayrılığı rejimi”nin sözleşmeyle kurulabileceği hususunu da düzenlenmiştir. Yani cari hukuk açısından da bakıldığında iki rejimden birini seçmek gerekmektedir. Dolayısıyla günümüzdeki evliliklerde koca aleyhine olarak görev ve mesuliyet belirsizliği ortaya çıkmıştır.
Kanaatimizce evleneceği eşine altın takı takan koca, bu meblağı “mehir” olarak takdim etmekte, ancak mehirin kendisine sağladığı hukuktan (fıkıhtan) istifade edememektedir. Mehir, evlenen karı-kocaya fıkhın tayin ettiği akdî görevler yüklemekte ve aslında mal ayrılığı rejimini de tesis etmektedir. Evlenecek kadınlar, evliliklerini “edinilmiş mallara katılma rejimi” içinde sürdürmek istiyorlarsa erkek tarafından altın/takı, külfetli nişan/kına/düğün törenleri, balayı, pahalı ve tam tekmil ev eşyası, gelinlik gibi talepleri olmamalıdır.
Nitekim mer'i kanun (4721 s. TMK) md. 188'de “Eşlerden her biri, ortak yaşamın devamı süresince ailenin sürekli ihtiyaçları için evlilik birliğini temsil eder” hükmüne yer verilmiş olup artık evlilikte (aile kurumu içinde) erkeğin nafakayı karşılama mecburiyeti kalmamıştır. Hal böyle iken kadının evleneceği erkekten gerçekte mehir kapsamında olan takı/altın istemesi, düğün masraflarını yapmasını beklemesi, kadına avantaj sağlayacak şekilde maddi taleplerde bulunması “evlilik birliğinde kadın erkek eşitliği” yaklaşımına aykırıdır.
Mehir ve nafaka beklentisi, ancak ve ancak mal ayrılığı rejimi kabul edildiği takdirde erkeğe yüklenebilecektir. Bu durumda da kadın ile erkek arasında evlilik içinde görevlerin paylaşımını sağlayacak bir sözleşme aktedilmek gerekecektir.
Abdurrahman Cezîrî'nin ifadesine göre “Mehrin çoğunun sınırı olmadığı gibi, azının da sınırı yoktur” (Cezîrî, 1990: 2167). Yine Cezîrî, “Bir kimsenin, bir avuç buğday veya un gibi azıcık bir mehirle evlenmesi de sahih olur. Ama mehrin on dirhemden az olmaması sünnettir” demiştir (Cezîrî, 1990: 2167-2168).
Fakat biz, günümüzün nikâh-düğün merasimleri vesilesiyle sağa sola saçılan meblağları gözleyerek mehrin meblağının yüksek tutulması kanaatindeyiz.
Mehir miktarının yüksek tutulmasının birinci gerekçesi, koca adayının müstakbel eşine taktığı altın, yüz görümlüğü gibi pahaca değerli malların zaten bir şekilde veriliyor olmasıdır. Evlenecek koca adayından bu ödemenin kadına transfer edilmesi her hal ve şartta istenmektedir.
Mehir miktarının yüksek tutulmasının ikinci gerekçesi, nişan-düğün merasimleri kapsamında ortaya çıkan israfı önleme kaygısıdır. Benim hesaplamalarıma göre günümüzdeki örneklere bakarak ortalama bir düğün-evlilik masrafı yaklaşık yüz on bin TL kadardır. Evlenmeye niyet etmiş koca adayı, eşyaların tedariki ve son derece mütavazı bir düğün töreni tertibinden sonra kalan meblağı eşine mehir olarak verdiği takdirde öncelikle evliliklerini israftan korumuş olacaktır.
Mehirin yüksek tutulmasının üçüncü gerekçesi nikâhın akit olduğunun idrak edilmesi hususudur. Mehirle taraflar nikâhları vesilesiyle bir sözleşme (ahidleşme) yaptıklarını somutlaştırmış olurlar. Bu sözleşmenin elbette yazılı olması gerekmektedir. Yapılan sözleşmeyle erkek ve kadın “mal ayrılığı” rejimini kayıt altına alacaktır. Böylece kadın, temlik ettiği mehirle ileride kocasından sadır olması muhtemel bir fenalığına karşı güvence elde etmiş olacak ve mehir ödeyen koca da sözleşmede yazılı şartlar kapsamında mal ayrılığı rejimini tesis edecektir. Koca, ilerde bir boşanma vuku bulursa eski eşine ömür boyu nafaka ödemeyeceği hususunu da sözleşme hükmü olarak kayıt altına alabilecektir. Boşanma sonrasında kocanın malları kocada kalacak ve paylaşıma girmeyecektir.
Nafaka yükümlülüğü erkeğin üzerinde bulunduğundan kadın evin geçiminden, yiyeceğinden, giyim masraflarından mesul değildir. Ancak fakihler kadının senede kaç giysi alabileceği hususunun örfle tayin edileceğini kaydetmişlerdir. Giyside örfün üstünde talepte bulunan kadın, bu tür giderlerini kendisi karşılamalıdır.
Mehir hukukunu tercih eden bir evlilik gerçekleştiren koca, artık evin bütün ihtiyaçlarını kendisinin karşılaması gerektiği bilinciyle hareket etmelidir. Bu hükme göre koca, karısından birlikte oturulacak ev için konut kredisi borçlanmasına girmesini talep edemez. Diğer taraftan kadın temlik ettiği mehirle ailesinin katkısıyla bir daire satın alabilir ve bu taşınmazın kirasını kendi tasarruf edebilir. Koca, karısının dairesinde oturmakta ise karısına kira ödemelidir.
Diğer değişle evin mülk olarak tedariki veya kirası da kocanın yükümlülüğüne bırakılmıştır. Bu hukuk modelinde kadın evdeki eşyaların sahibi olmamakta ve boşanma anında sadece kendi getirdiği eşyalarını geri alabilmektedir. Erkek veya kadından kimin tarafından satın alındığı bilinmeyen ve boşanma sırasında ihtilaf edilen eşyalarda ise bakılır: Sadece erkeğin kullanabilmesine imkân veren ev eşyası erkeğin, sadece kadının kullanımına hasredilecek eşyalar ise kadına aittir.
Bu hususlar sözleşmeye kaydedilecektir.
- Cezîrî Abdurrahman, Dört Mezhebe Göre İslâm Fıkhı, Çağrı Yayınları, c: 5, 1990
Yazınızı şidetle kınıyorum günümüzde gençlerin evlenmesinde en büyük engellerden biridir yüksek miktarda istenilen mehirler peygamber efendimiz bile mehirin erkeğin alacağından fazlası olmasın demiştir
'Bu hükme göre koca, karısından birlikte oturulacak ev için konut kredisi borçlanmasına girmesini talep edemez.' Yazınızın bu kısmından istemediğim ve hoş olmayan anlamlar çıkardım. Yani sanki mehir konusuna riayet eden müslüman bir erkek normalde konut kredisine girebilirmiş de, hanımının desteğiyle giremezmiş gibi bir şey anladım. Bir müslümana yakışan şey ve hatta belki de bir müslümanın sorumluluğu 'Allahın haram kıldığı faize hiçbir şekilde başvurmamak, yaklaşmamak, faiz sistemine destek olmamak' olmamalı mıdır?