Kapitalizm, “kent düzen” sistemiyle dünyaya yayılıyor. Son on beş yıldır Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda iki tür “şehir yıkımı” ile karşı karşıyayız.
Bunlardan biri Türkiye dışı coğrafyada ortaya çıktı. Bu, Arap Baharı'nın etkisiyle isyan eden kitlelerin mücadele pratiğinden doğan şiddetin ortaya çıkardığı yıkımdır. “Devrimci İslâmî mücadele” Müslüman şehir mekânlarında yürütülmektedir. Kitlesel halk hareketlerinde kıyıda kalmış bir mezar taşı, köşedeki çeşme, çarşının içindeki kümbet hasar görmekte ve Müslümanlara ait tarihi hafıza silinmektedir.
Bu ifademiz “tarihî mimarî fetişizmi” şeklinde değerlendirilirse haksızlık olacaktır. Zira Erzurum Yakutiye Medresesi'nde koskoca Selçuklu geçmişine ait bir elin parmakları sayısınca obje sergilenebilmektedir. Demek ki geçmişten bugüne elimizde hiçbir tarihi nesne kalmamıştır.
Müslümanlar yaşadıkları yerleşim sahalarında geçmiş hafızayı aktaran bir kümbet, bir mezar taşı, bir tarihi çeşmeden mahrum kaldıkları anda “tarihlerinin yamuklaştırılması” tehlikesiyle muhataptırlar demektir.
Yeniden ifade edelim: “Devrimci İslâmî mücadele” fikrinin Arap Baharı ile Müslüman topluma zerk edilmesi Müslüman şehrinin tarihi hafızasını kaybetmemizle sonuçlandı.
Arap coğrafyasında despotlara yönelik hak arama mücadelesi şiddeti tercih ettiği oranda Müslüman toplumun hayatını idame ettirdiği “şehir mirası”nın yıkılmasına sebebiyet vermiştir. Müslümanlar on, yirmi yıl sonra bu coğrafyalarda eskiden beri yaşadıkları “şehir mimarîsi”ni tekrar üretemeyecekler. Batı'nın betonarme-demir alaşımlı modern mimarî mantığını güden kentler gelecek.
Müslüman toplumların yakalandığı ikinci “şehir yıkımı” ise modern dünya ekonomiye eklemlenme kaygısının ortaya çıkardığı ileri teknoloji aktarımından kaynaklanıyor.
Son on beş yıldır “kadim şehir” tanımı ile öne çıkarılan şehirlerimiz nüfus itibariyle büyümeye uğramaktadır. Türkiye açısından bunun en bariz örneği İstanbul'dur. İstanbul 2000 senesinde yedi-sekiz milyon nüfusu bulunan ve bu nüfusla bile “azman” diye nitelenen bir “aziz belde” idi. Bugün (2015 senesi) nüfusu yirmi milyondur. İstanbul artık “İslâm Şehri” denilemeyecek durumdadır. İstanbul bir “metropol ülke” olmuştur.
İstanbul'un nüfusunun büyütülmesi küresel ulaşım ağına bağlanmayı kaçınılmaz kılıyor. Yüksek Hızlı Tren'e (YHT), Marmaray'a (MR) ihtiyaç var. İstanbul'un “şehremanetini” yüklenen bir belediye reisine “YHT-MR yapma” demek ancak ideolojik körlüğe saplanmakla izah edilebilir. Ancak bu kanserli büyüme daha ne kadar sürdürülebilir. Yunanistan'ın nüfusu on bir buçuk milyon. Nüfus artış hızı yüzde iki-üç. İstanbul iki Yunanistan'dan daha büyük!
İstanbul'daki nüfus büyümesi tarihi hafızayı yok eden “siluet kaybı”na sebebiyet veriyor. İleri teknoloji “İslâm şehirleri”ni kentleştiriyor. Kapitalizm mülkiyeti kullanarak yerleşiyor. İstanbul'a yapılan her yatırım Anadolu'dan daha çok köylü, esnaf, çoban, zanaatkârın “çift-bozan”lık yapıp varoşlara tutunması anlamına geliyor. Toprağını satan onu İstanbul'a yatırırsa evlatlarını zengin edecek bir mülk bırakabilir. Bu nedenle İstanbul nüfusu büyüdükçe kendini yeniden metalaştırmayı başaran “boyalı yaşlı kokoş”a dönüştürüyor. Nüfus-İleri teknoloji-Kapitalizm bir zincir ve devr-i daim ekonomisi kuruyor.
Nüfus büyüyor, ihtiyaçlar teknoloji dayatıyor, teknoloji mekânı metalaştırıyor, metalaşma yine nüfus istiyor. Bu kumpastan Anadolu'ya on-on beş şehir inşa etmeden çıkılamayacak.
“Kentsel düzen”de yaşayan Müslümanların “Dâru'l-hicre ve's-Sünne” olan şehri inşa etme meselesini kaybettiklerini düşünüyoruz. Kent, kapitalizmin silahı oldu ve “İslâm şehri”ni yıkıma uğrattı.
Müslüman şehir Medine'yi “garipler” inşa etmiştir. İstanbul yeniden inşa edilecekse, yine “garipleşmek” gerekecektir.