“Millî Eğitim” umut vaadetmiyor. Bunu mezun emek arzının piyasada işe kabul sürecinde karşılaştığı problemlerden anlıyoruz. Mezun edilen genç emeğin hayata hazırlanmakta, toplumun geleceğini emanet almakta nâkıs kalmasından dolayı özel teşebbüs artık iş deneyimi bulunmayan kişileri istihdam etmek istemiyor. Eğitimin “seri imalat”a dönüştüğü ama imalatın nasıl “pazarlanacağı” bilinemediğinden “stok fazlası” verdiğini söylemekten kendimi alamıyorum.
Bu anlamda eğitimin patronu “Devlet işletmesi” de, evlatlarını “hayırlı gelecek için okutan” ebeveynler de zarar ediyor. Denilecek ki:
Devletin bazı yatırımları zarar edebilir. Türkiye Cumhuriyeti'nin, Anayasa'nın 2. Maddesine göre “demokratik ve sosyal hukuk devleti” olarak “Milli Eğitim”e yatırımları görevidir. Anayasa'nın 42. Maddesine göre “Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz. Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir.”
“Hadîm=hademe devlet”in halkın ihtiyaçları gereği yaptığı yatırımlarda zarar etmesinden bahsetmiyoruz.
Devlet, birim öğrenci başına yaptığı harcamanın karşılığını alamamaktadır.
Türkiye'de üniversitede okuyanlar dahil toplam öğrenci sayısı 25 milyon civarındadır. Bu sayı ülke nüfusunun üçte biri demektir.
Millî Eğitim'in iktisadî-içtimaî sisteme bağlanmaması, ülkenin nitelikli genç emeğinin israf edilmesi anlamına geliyor.
Namık Kemal'den misal verirsek, Türkiye, eğitim-öğretimde Osmanlı'nın çok gerisindedir. Namık Kemal 1840 yılında doğmuş, 48 yaşında (ö. 1888) vefat etmiştir. Dedesinin yanında yetişen Namık Kemal, özel derslerle ve şahsî çabasıyla Arapça-Farsça, aruz-hece öğrendi. 1857'de Bab-ı Ali Tercüme Odası'nda stajyer olarak çalışmaya başladı. 1859'da Gümrük Kalemi'nde memur olduğunda 19 yaşındadır. Memuriyeti sürerken Fransızca da öğrenen Namık Kemal, 1865'de Şinasi'nin Fransa'ya gitmesi üzerine O'nun çıkardığı Tasvir-i Efkâr'ın yönetimini devraldığında 25 yaşındadır.
O dönem aydınının hemen tamamı benzer düzeyde bulunduğundan “Namık Kemal otodidakt bir istisna idi” denilemeyecektir. Fakat Osmanlı aydınının bilgiye erişme, ehlinden ilmi meşk etme mecralarını açık tutan kültür ortamına doğduğunu da unutmamak gerekiyor. Osmanlı'da öğretim, “tedrisî sermaye” ile “kültürel sermaye” kavramlarına uygun toplumsal örgütlenmeyle gerçekleşmekteydi. Eğitimin örtük şartı olan serbest kültür, taleb edene (öğrenciye) ilmi emanet eden muallimin rehberliğinde “öğretiliyor”du. Bu nedenle talebenin geldiği toplumsal köken muallimin rolünü kuvvetlendirir. Namık Kemal'in ilim tahsil ettiği çevreye bakılırsa bunun bir “kurum” mantığı ile çalışmadığı anlaşılır. Kars'ta bir müderris, Sofya'da bir binbaşı, Tekirdağ'da bir şeyh istidadı görünen “talebeye” nefes üfler.
Muallim, “seri imalat”a dönüşmüş “öğrenci stoklaması”na muhatap edilmez. Herkesin “öğrenmeyi taleb eden”e dönüştürülmesine fırsat verilmemektedir. Muallim farklı kültürel sermayeye sahip kişileri “eğitmeye” zorlanmamaktadır. Diğer taraftan talebeler de muallimden en yüksek bilgi devşirimi peşindedir. Muallim-talebe ilişkisi, ta'lim'in hususîleşmesinden beslenir. “Bilginin ehline emanet edilmesi”nin “ahlâkî mesuliyeti” muallime “ilahî denilebilecek vazife” yüklemektedir.
Şimdi günümüze dönersek ne söylemeliyiz?
Eğitim iktisadî-içtimaî sisteme hizmet etmelidir. Eğitim-öğretim, iktisadî-içtimaî nizâm arayışından müstakil bir sistem haline gelmemelidir. Herkesin üniversitede okutulması iktisadî-içtimaî nizâm arayışının terkedildiğini göstermektedir. Ülkenin nüfusunun üçte birinin “öğrencileştirilmesi” [üstelik bu “genç emek”tir] üretimin “yaşlı emek”le sürdürülmek istendiğini göstermektedir. Berberler dahi çırak bulamamaktadır.
Diğer bir husus, eğitim sürecinin kısaltılmasıdır. Yılda iki sömestr uygulamasına son verilmeli ve üç sömestr'e geçilmelidir. Üç sömestr uygulamasına geçilmesi “öğrenci” tipolojisinin “talebe”ye dönüşmesine fırsat verecektir. Her sömestr'de diploma verilmek suretiyle derslerden “icazet” alınmalıdır. Bu uygulama ile 4 senelik program 2,5 senede bitirilebilecektir. Öğrencinin doktora dahil eğitim süreci de 12,5 sene sürecektir.
Şimdiki modelde öğrenci başına 10 yıl kaybediyoruz. Üniversiteler açılıyor, kentler yükseliyor, “benim oğlum [herhal bundan] bina okur.”
lütfibergen (@BergenLutfi) | Twitter