Yahya Kemal'in statükocu olduğuna dair eleştiri, onun Mutî Ekseriyet başlıklı yazısında sönecektir. Beyatlı bu yazısında Türkiye'nin Abdülhamit devri, İttihat Terakki devri, 1918-1922 mütâreke devri, son olarak Hâkimiyet-i Milliyye ve Cumhuriyet devirlerini gördüğünü ifade eder. Bu dört devirde de dört sınıf ortaya çıkmıştır: 1) Müşteki sınıf. Bunlar devlet sisteminin ne Avrupa'dan öğrendiğimiz usullere ne de öteden beri alıştığımız tarza uymadığını düşünen lânethân gruptur. İçinde koyu gelenekçilerden koyu ihtilalcilere kadar zümreler vardır. Bunlar “Şu padişah çekilsin, şu sadrazam çekilsin, iyi bir padişah gelsin” isterlerdi. 1908 İnkılabı (10 Temmuz) olduktan sonra iktidar kalmadı. 1909'da (31 Mart) askerî ihtilal çıktı ve iktidar mevkiini tedhişten ibaret bir dayanağa bıraktı. Bu sınıf Mütareke'de ikiye ayrıldı. Bir grup itilafçı oldu; diğeri BMM'de ikinci grup oldu. Bunlar meşrutiyeti özleyerek yaşadı; 2) Tenkidsiz itâat edenler. Bunlar her millet lâyık olduğu gibi yönetilir diyenler ve bir iktidarın teşekkülünü, idare edilişin sistemini zarurî görenlerdir; 3) İktidarın Mutlaka Fenâ Adamlar Tarafından Gaspedildiğini Düşünenler. Bunların bazıları o kadar marazîdir ki, iyi kalbli, meziyetli,namuslu ve muktedir olarak tanıdıkları adamlar iktidara geçseler o günden itibaren onları kötü gözle görürler; 4) Mutî Ekseriyet. Bu sınıf ekseriyetle mevcuttur. Cengizlerin ve Timurların büyük mikyasta istilaları kendi marifetleri olmaktan ziyade Asya'nın her fatihe boyun eğen mutî ekseriyetinin sayesinde idi (Beyatlı, Tarih Musâhabeleri, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, 1975: 52-58).
Yahya Kemal bu analiziyle yaklaşık 60 yıllık bir tarihsel kesitinden hareketle Türk toplumunun sosyolojisine dair fikrini ifade eder. Tarihe bu analizle bakan bir şair-bürokrata “statükocu” demek, bu eleştiriyi yapan yorumcuya Türkiye'nin reel gerçeklerine dair daha üst bir açıklama modeli sunması gerekliliğini yükler.
Yahya Kemal'e statükocu diyen yazarlar, onun yaşadığı dönemde İslâmcı aydınların da statükoya karşı söz söyleyemediklerine metinlerinde yer vermiştir. Dolayısıyla bu eleştirinin bir zemini kalmamıştır.
Muhafazakârlık kavramı ekseninde Yahya Kemal'e yöneltilen eleştiriler için ise bu kavramın Türkiye'nin aydınlarını nitelemek bakımından belirleyici olamayacağı itirazını getirmek gerekir. Bir ideoloji veya din, bir toplumda belli aydın zümrelerini niteleyebilir; ancak o ideolojinin başka bir ülkedeki aydın grubunu niteleme kabiliyeti bulunduğu söylenemeyecektir. Örneğin Rus Narodnikleri, Türk düşüncesinde Ziya Gökalp'in Halka Doğru makalesine ilham kaynağı olmuştur. Fakat popülist hareket/ideolojinin Türk aydını içinde bir gruba ciddi anlamda yön verdiği söylenemeyecektir. Benzeri şekilde Anadoluculuk, Türkiye'ye özgü bir ideolojidir. Onu başka ideolojilerin alt türü olarak değerlendirmek veya başka ülkelerde de muadillerini aramak beyhudedir. Muhafazakârlık da böyle bir ideoloji sayılmalıdır. Türk aydınını nitelemede kullanılması doğru neticeler vermeyebilir. Aşağıda bu yargımın gerekçeleri başlıklar halinde tasnif edilmiştir:
- Türk Düşüncesinde Muhafazakârlık hakkında en dikkate değer açıklama modeli Tanıl Bora'ya aittir. Bu paradigma Sosyalist Sol dışında kalan ideolojilerin tamamını Sağ olarak göstermektedir. İslâmcılık düşüncesi, kendisini sağcılıktan, milliyetçilikten ve statüko olarak da işaret ettiği dindarlık siyasetlerinden ayırmak istemekte ve “muhafazakâr” kavramını kimi aydın/bürokratları tanımlamak için kullanmaktadır.
- Tanıl Bora'nın paradigması Sol dışındaki tüm siyaset ve düşünce tarzlarını SAĞ kabul etmektedir. Bu nedenle İslâmcıların bir kısım aydına “muhafazakâr” ya da “milliyetçi” demesi, SOL dışında kalan aydınları bölmeye yaramaktadır. Tanıl Bora'nın paradigmasında İslâmcılık da SAĞ'dır.
- Türkiye'nin düşünce hayatının İslâmcılık-Türkçülük-Osmanlıcılık ya da Türkleşmek-İslâmlaşmak-Muasırlaşmak şeklinde belirlenmiş üç tarz-ı siyaset ekseninde kategorileştirilmesi hatalıdır. Anadoluculuk Türkiye'nin temel siyaset tarzı olarak literatürde yerini almalıdır. Yahya Kemal, Anadolucu siyaset tarzının düşünce adamıdır.
- Muhafazakârlık, Batı'da dördüncü sınıf olan burjuvaların Kilise, Krallık, Toprak sahipleri sınıflarından oluşan zümreye katılma talebine dair bir ideolojidir. Türkiye'nin tarihinde Batı'daki sınıflara benzer sınıflar ortaya çıkmamıştır. Bu nedenle muhafazakâr düşüncenin organik aydını yoktur. Muhafazakâr düşünceden istifade eden aydın vardır.
- Tanıl Bora, muhafazakârlık ideolojisinin temel kavramı olarak altı başlık ileri sürmüştür: 1) Din, 2) Devlet, 3) Otorite, 4) Aile, 5) Gelenek, 6) Tarih. Türkiye'de hemen her İslâmcı bu kavramlarla şu veya bu derecede düşünsel ilişki içindedir. İslâmcı yazarlar da Din, Devlet, Aile, Gelenek, Millet gibi kavramlara yaslanmaktadır.
- Erol Güngör'e göre toplum durağanlık içinde kalsın mı, yoksa reform/inkılaplarla hızlı bir değişime mi uğrasın tartışması Türkiye'yi germektedir. Erol Güngör açısından toplumda halen yaşamayan değerleri geri getirmeye çalışan çevreler “radikal muhafazakâr”dır. Güngör'e göre mevcut toplumu hızlı bir değişime uğratan sekülerleşme hareketi ile iç içe gelişen Türkiye modernleşmesi de benzer şekilde sorgulanmalıdır. Erol Güngör, Kuran'nın Arapça okunmasının yasaklanması, ezanın Türkçeleştirilmesi, tekke ve zaviyelerin kapatılması, ulema sınıfının ortadan kaldırılması gibi “devrimci” politikaları, dini değerlerin dönüştürülmesi projesi olarak görmektedir. Anlaşılacağı üzere Türkiye'de muhafazakârlık ve solculuk adına yürütülen tartışmanın kadroları, dinin Türk toplumunda yerini tayin etmenin kavgasını vermektedir. Bu izaha dayanarak Türk düşüncesinin ana akımlarını artık İslâmcılık, Türkçülük, Batıcılık (Osmanlıcılık) şeklinde belirlemekten vaz geçmek gerekmektedir (Faruk Karaarslan-İbrahim Nacak, Erol Güngör Düşüncesinde Muhafazakâr Temalar, Muhafazakâr Düşünce Dergisi, Yıl: 10, Sayı: 39, ss: 45-60, 2014).
- Yahya Kemal, toplumda tartışma alanının din olmadığını, Osmanlı üst yapı kurumlarının köhneleştiğini, bu kurumlardan ve saltanattan kurtulmak gerektiğini, Millî Mücadele hareketinin bu fırsatı verdiğini düşünmekle muhafazakârlık dışında değerlendirilmelidir. Türkiye'de 1 Kasım 1922'de kabul edilen bir kanunla, halifelik ve saltanat birbirinden ayrılıp, saltanat kaldırılmıştır. Türkiye'de “muhafazakâr” olarak nitelendirilen yazarların hangisi saltanat, hilafet, toprak ağalığı gibi tarihsel yapıların geri dönüşünü savunmaktadır?
- Faruk Karaarslan-İbrahim Nacak'a göre “Türkiye'de muhafazakârlık, bir ideoloji olarak görülmemiştir.” Bu yüzden Türkiye'de muhafazakârlığın fikir babalarının olduğunu söylemek de zordur. Türkiye'de muhafazakâr düşünce genel olarak İslamcı ve milliyetçi düşünürlerden beslenmiştir. Bu düşünürler, kendilerini -ideolojik ya da değil- muhafazakâr olarak nitelemeseler de, İslam, millet, tarih, din, kültür ve gelenek vurguları sebebiyle muhafazakâr düşünceye katkı sağlamışlardır. Erol Güngör de muhafazakâr düşünceye bu bağlamda katkı sağlamıştır. Fakat onun muhafazakâr düşünceye katkısı tek başına onu muhafazakâr olarak tanımlamamıza imkân vermemektedir. Aynı şekilde onu milliyetçi ya da İslamcı olarak da tanımlamak mümkün değildir. O halkın dini ve kültürel değerlerine yabancı kalınmaması gerektiğini düşünen ve millet olma yolunda tarih şuuruna sahip olunması gerektiğini savunan bu haliyle de sağ düşünce dünyasının şekillenmesine katkı sağlayan önemli düşünürlerden birisidir” (Faruk Karaarslan-İbrahim Nacak, Erol Güngör Düşüncesinde Muhafazakâr Temalar, Muhafazakâr Düşünce Dergisi, Yıl: 10, Sayı: 39, ss: 45-60, 2014).
- Yahya Kemal'in statükocu olduğuna dair eleştiri, son dönemde İslamcı aydınların hemen tamamının aydın-bürokrat olmaları nedeniyle anlamını yitirmiştir.
Yahya Kemal Osmanlı bakiyesi nüfus içinden bir millet inşa etmekten bahseden Anadolucu akım içindedir. Bu anlamda özgün bir yerde durmaktadır. Türkiye'yi kuran ana ideoloji Anadoluculuk'tur. Yahya Kemal, bütün metinlerinde hem Türkçülere hem İslâmcılara karşı fikir ürettiğini deklare etmiştir. Muhafazakârlık en azından Türk yazar ve düşünürleri için bir ideoloji değildir.
Ara Başlık: Türkiye'de İslâmcılık Düşüncesi Hanefi-Mâtürîdî Değildir: Türkiye'de Yahya Kemal'i ameldeki zaafları nedeniyle eleştiren İslâmcılık düşüncesi İmam-ı Azam'ın Fıkhu'l Ekber'de esaslarını belirlediği akaidin ekseninde düşünce üretmemektedir. İmam-ı Azam'a göre bir kul büyük günah işlese de İslâm dışı kabul edilmemektedir. Oysa İslâmcı yazarlar Yahya Kemal eleştirilerinde Hanefi-Mâtürîdî akaidi esas almamaktadır. Yahya Kemal, Babanzâde Ahmed Nâim'in “İslâmiyet'e sizin ettiğiniz zararı kimse etmiyor. Bir zaman Türkçülükle iştigal ettiniz; şimdi de İslâmiyeti efsaneler üzerine kurulmuş bir din gibi gösteriyorsunuz. Bizim Abdullah Cevdet'in dinsizliğinden korkumuz yoktur; çünkü o sarâhatle dinsizdir. Fakat sizin yazılarınız İslâm akaidini ve esâsâtını baştan başa tahrif ediyor. İslâmiyette ölülere ibadet, mezarlara muhabbet gibi itikatlara yer yoktur. Peygamber (asv) efendimizin nâşı bile İslâm'da takdis olunmaz” mealindeki eleştirilerine cevap verirken “vatan” ve “millet” kavramına yaslanır:
“Demin ‘biz' korkmayız gibi bir şey söylüyordunuz. Siz kimsiniz! Kaç kişisiniz? Çokluksanız bile bütün bir Türk milletinin tarihi hatıralarına ne karışırsınız? Türk milleti dinini istediği gibi benimsemiştir, diyanetini vatanın toprağına tahayyül ettiği şekilde karıştırmıştır. ‘Biz' dediğiniz zevat kalkıp da: “Ey Türkler, İslâmiyet sizin vatan toprağınıza bigânedir, sizin milliyetinizi ve diğer kavimlerin milliyetini tanımaz. Zaten milliyet tanımaz. Sizin filan ve falan ‘vatan'a İslâmiyet'in ruhaniyetini şu bu şekilde, hulâsa putperestâne bir itikat izafe edilmesini İslâmiyet istemez” demenizle şu memlekette emin olunuz bir yaprak kımıldamaz (...) Abdullah Cevdet'ten daha muzır olduğumu söylüyorsunuz. Niçin diyorsunuz? Çünkü inkâr edilmesine razısınız, lâkin bizim millî tahayyülümüze göre mevcut olmasına ve öyle teşrih edilmesine razı olamıyorsunuz” (Beyatlı, Siyasi ve Edebi Portreler, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, 1976: 54-56).
Yahya Kemal'İn burada vurgusunu yaptığı "vatan" da "millet" de makalenin yazıldığı dönemde henüz somutlaşmamıştır. Dolayısıyla 1918'de Batılı ülkelerce işgal edilmeye başlanmış Anadolu için ufuk çizmenin "muhafazakârlık" olarak değerlendirilmesi mantıksal olarak tutarsızdır.
Yahya Kemal'i dindarlığı ve dine dair görüşleri üzerinden eleştirenler O'nun “Türk Müslümanlığı” icat ettiğini ifade etmektedir. Beyatlı, Tevhid-i Efkâr'daki yazılarında İstanbul'un ruhanî semtlerini, fetih hatıralarını ve İstanbul toprağına gömülmüş olan ilk cedlerin mezarları etrafındaki mahallelerin manalarını anlatmıştır. Bu anlatılarda İslâmiyet'in katı ve âdeta riyâzî uknumlarına yer vermeden, örneğin Eyüp şehrinin nasıl tekevvün ettiğini hikâye etmiştir. Yahya Kemal, Akşemseddin'in âlem-i manada Ebu Eyyûb'un kabrini keşfedişini anlattığı nesirlerinin yerli Müslüman halkın hoşuna gittiğini, Medrese'nin sünnî kafalarının ise bunda putperestliğe gidiş gördüğünü belirtir. Medrese kafasının Türk milletinin kendi zevkine ve hülyasına göre anlayışını ulûm-ı İslâmiyye'nin reddettiğini söyler (Beyatlı, 1976: 52-53).
Yukarıdaki izahtan da anlaşılacağı üzere Yahya Kemal, muhafazakâr değildir.