Marksizm, feodal toplumun çözülüşünü sömürgeciliğe bağlamışsa da sanayi toplumuna geçişi burjuvazinin devrimci başarısı saymıştır: “Amerika'nın keşfi, Ümit Burnu'nun dolaşılması, ortaya çıkmakta olan burjuvazi için yeni alanlar açtı. Doğu Hindistan ve Çin pazarları, Amerika'nın sömürgeleştirilmesi, sömürgelerle ticaret, değişim araçlarındaki ve genel olarak metalardaki artış, ticarete, gemiciliğe, sanayiye o güne dek görülmemiş bir atılım ve böylelikle, çöküş halindeki feodal toplumunun devrimci öğesine de hızlı bir gelişim getirdi (…) Buhar ve makine, sınaî üretimi devrimcileştirdi. Manifaktürün yerini dev modern sanayi, (…) orta sınıfın yerini sanayici milyonerler, tüm sanayi ordularının önderleri, modern burjuvazi aldı. Modern sanayi, Amerika'nın keşfinin temellerini attığı dünya pazarını kurdu. Bu pazar, ticarete, gemiciliğe, kara ulaştırmacılığına büyük gelişme kazandırdı. Bu gelişme de, sanayinin yayılmasını etkiledi ve sanayinin, ticaretin, gemiciliğin, demiryollarının gelişmesine orantılı olarak burjuvazi de aynı oranda gelişti, sermayesini artırdı ve Ortaçağ'dan kalma bütün sınıfları geri plana itti (…) Burjuvazi, tarihte son derece devrimci bir rol oynadı (…) Eskiden kurulmuş bütün ulusal [manifaktür] yıkıldı (…) Bunlar (…) yeni sanayiler tarafından, artık yerli hammaddeleri değil, en ücra bölgelerden getirilen hammaddeleri işleyen sanayiler, ürünleri yalnızca ülke içinde değil, yeryüzünün her kesiminde tüketilen sanayiler tarafından yerlerinden ediliyorlar” (Karl Marks-Friedrich Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, Sol Yayınları, 1993: 110-113).
Manifesto'daki tez, “burjuvazinin devrimci rolü”ne işaret ederken “modern sanayi”nin “rol”ünü “gizlemekte gibidir. “Sanayi” bu tasavvurla nötrleştirilir ve “burjuvanın kapitalist ruhu”nun dünyayı saran “günahı” işlediği düşünülür. Bu günahtan kurtuluş, “masum varlık” olarak proletaryanın, burjuvanın elinde yanlış kullanılan aleti (sanayiyi) zorla ele geçirmesine bağlanmıştır. Oysa biz burjuvanın günahının sadece sömürgeci niyetinde değil, sömürgeleştirme cihazlarında da (sanayi ve teknoloji) mündemiç olduğunu düşünürüz.
Engels'in “Komünizmin İlkeleri” metninde, sanayileşmede kapitalist toplumun marazlarından kurtulmayı muştulayan “mesihî” bir umuttan bahsedilmiştir: “Büyük sanayi ve onun olanaklı kıldığı üretimin sınırsız genişlemesi, toplumun her üyesinin bütün yeti ve yeteneklerini tam bir özgürlük içersinde geliştirip kullanabilmesine yetecek miktarda zorunlu yaşam nesnelerinin üretildiği bir toplumsal düzen yaratabilir. Böylece, büyük sanayinin mevcut toplum içersinde bütün sefaleti ve bütün ticaret bunalımlarını yaratan bu niteliğidir ki, farklı bir toplumsal örgütlenme içersinde bu aynı sefaleti ve bu feci dalgalanmaları yok edecektir” (Karl Marks-Friedrich Engels, 1993: 166-167).
Endüstriyel sosyalizm (Marksizm), burjuvanın sömürgeci zihninin engizisyon makinelerini / fabrikalarını fetişleştirmekte ve onu “komünist toplumsal düzenin refah muştusu” sayarak araçsal-tarihsel gelişim aşaması olarak kutsamaktadır. İlginç bir benzeşme olarak Necip Fazıl'ın “makine yapan makine” kavramlaştırması da, Necmettin Erbakan'ın “fabrika üreten fabrika olarak Ağır Sanayi”leşme teklifi de, muhafazakâr-dindar teknokratik toplumun “robot imal eden robot” hazırlığı da, Marksizm'in sanayileşmeden beklediği muştuya benzer beklentiler içindedir. Sanayi, “Müslümanların eline geçmeli”, “zafer inananların” olmalı, “tarih tamamlanmalıdır.”
Andre Gorz, Marksizmi “ilerlemeci” kavramlaştırma içinde yorumlamıştır:
“Marks'ın proletarya kuramı, burjuvazinin kahramanlık döneminde Batı düşüncesinde hâkim olan üç akımın, Hıristiyanlığın, Hegelciliğin ve bilimciliğin çarpıcı bir biçimde tek bir sistem de birleştirilmesi ve yoğunlaştırılmasıdır (…) Hegel'e göre “Tarih diyalektik bir ilerlemedir” (…) Bu ilerlemenin yaşadığı serüvenler, iç çelişkilerinden dolayı, hem o güne kadarki tarihin anlamı olan hem de Tarih'in tamamlanması anlamına gelen sentezin gerçekleşmesine değin, zorunlu olarak bir sonraki aşamaya “geçme”yi sağlayan aşamalardır” (Andre Gorz, Elveda Proletarya, Afa Yayınları, 1995: 14).
Marks, makine hakkında negatif düşünceyi eleştirir: “Makinenin işçinin üretici gücünü artırmadığını, tam tersine, onun yerini aldığını ya da işçinin kendi gücüyle yapamayacağını söylemekle Lauderdale büyük bir şey keşfettiğini sanıyor (…) Makine eksik olan emek-gücünü tamamlamak için değil, yığınsal olarak bulunan emek gücünü gereken düzeye indirmek için sahneye iner” (Karl Marks, Grundrisse, Birikim Yayınları, 1979: 647).
Oysa Andre Gorz, Cennetin Yolları kitabında özellikle sağlık ve eğitim alanında “sanayileştirme”yle “kapitalist üretim alanının, o güne değin iş gücünün (yeniden) üretimine dayanan faaliyetlere doğru genişlemesinden bahsederek Marks'ın “makine iyimserliği”ni reddeder. “Üretimin (günlük yaşamın, eğitimin, sosyalizasyonun, bakımların sürdürülmesinin) bedeli alabildiğine düşürülürken, aynı zamanda da o güne değin sosyal hizmet kesintileri ve vergiyle karşılanagelen bir hizmetler bütünü, kısmen bireylere yüklenmiş olur (…) Bu yolla, “tüketimde bir azalma olmaksızın ücret giderinin düşüşü”, “talep azalmaksızın kârın artışı” gerçekleşir” (Andre Gorz, Cennetin Yolları, Afa Yayınları, 1985: 48). Gorz, kitabında “işçi muhafazakârlığı” diye bölüm de açmıştır (Gorz, 1985: 57).
Gorz'a göre, Marks'ın “devrimci sınıf” olarak gördüğü proletarya, sanayileşmiş toplumlarda yeni sol/sağ ikiliğine bölünmektedir: “Tam Gün çalışması (…) faal nüfusu, ister istemez iki yönlü bir bölünmeye sürükler: Bir yanda korunan ve istikrarlı, tam gün istihdam edilen, sanayileşmeciliğin geleneksel değerlerinin koruyucusu, işine ve toplumsal statüsüne bağlı bir seçkin-işçiler kesimi; öte yanda bir işsizler kitlesi ve vasıfsız, statüsüz, geçici, öylesine sıradan işlerde çalıştırılan işçiler. Tüm sanayileşmiş toplumlar, istikrarlı işçi sınıfının eski düzenin korunmasında tutucu bir rol oynamaya çağırıldığı, (…) bu “ikileşmeye” doğru yol almaktalar” (Gorz, 1985: 58-59).
Gorz, teknoloji toplumu evresinde sol'u proletarya-dışına taşır: “Ücret düzenini ortadan kaldırma ve herkese yaşamasını güvenceye alacak bir gelir sağlama mücadelesinde, mümkün olan tek toplumsal özne “çalışmaya karşı ilgisizler” kitlesidir” (Gorz, 1985: 59).
Otomatizasyon ve teknoloji, orta vadede sol ve sağın, şimdilerde muhafazakârlarla devrimcilerin ideolojik ve etik karşıtlıklarını yıkmaktadır. MGH, milleti “teknoloji toplumu”na taşıdığında “sağcı ve solcu değil, İslâmî Görüş” diyebileceği bir zemin bulamayacak. Tarihe ilerlemeci zihniyet yükleyen etken endüstri ve teknolojidir. Milli Görüş Hareketi tekno-rasyonaliteden, teknolojik determinizmden, tekno-ekonomik amaçlardan kurtulamazsa muhafazakârlık ve sağcılık kapanından çıkamaz.