FETÖ ile mücadelede işin çivisi çıktı. CHP işi sulandırmak için elinden geleni yapıyor. İktidar partisi kendi iç temizliğini yapmamak için direniyor. Hakeza, MHP'de gerekli temizliği yapmadı. Sanki bu hainler devletin en ücra noktalarına kadar yerleştiler de, bu partileri kapsama alanlarının dışında bıraktılar.
Sayı büyüklüğü açısından “en büyük temizlik” Milli Eğitim'de yapıldı. Ama oran itibariyle belki de en az temizliğin yapıldığı yer MEB. Bu bakanlıkta 1,2 milyon insan çalışıyor. Yani devlette çalışan 3 kişiden biri MEB'de. Meseleye bu zaviyeden bakmak gerek.
Bu bağlamda en büyük operasyon Adalet Bakanlığı'nda idi. Orada bile temizlik hâlâ çok yetersiz. Hâkim ve savcılardan aşağı doğru inmediler pek.
Bir de mücadeleyi sulandıran kitle var. Bunlardan bir bölümü siyaset ve bürokrasinin tam göbeğindeler. Durdukları yer itibariyle bizden (milletten) yanalar, ama hizmet itibariyle İngilizci.
Geçen hafta Aydın Işık ağabey aradı ve terörle mücadele polislerinin her yerde kendini aradıklarını söyledi. “Suçum neymiş” polisler de bilmiyor. Meğer Aydın ağabey, dehşet bir suç işlemiş. Bir kaç yıl önce konakladığı öğretmenevinde Zaman gazetesi görmüş. “Bu FETÖ gazetesini buraya neden alıyorsunuz” diye sitem etmiş. Sonra da birkaç kişiye kitap hediye etmiş. O kişilerden biri, FETÖ'den tutuklanmış. Ev veya işyerinde yapılan aramalarda “İslam topraklarında otoriter rejimler” adlı kitap bulunmuş.
Türkçesi İstanbul Bilgi Üniversitesi yayınlarınca basılan Fransız yazar Pierre-Jean Luizard'a ait kitap, suç delilleri arasına alınmış ve kitaptan dolayı sanık sorgulanmış. O da kitabın, kendisine hiç tanımadığı ve bir kez karşılaştığı Aydın Işık tarafından hediye edildiğini söylemiş.
Savcı efendi evdeki tarağı, otomobili, buzdolabını, ceketi “nereden aldın” diye sormuş mudur, bilmiyoruz. Ama muhtemelen sormamıştır. Bu kitap iki açıdan dikkatini çekmiş olmalı. İlki ismi. İkincisi ise muhtevası... Zira kitabın ismi, rejim yanlısı sol görüşlü ve/veya ulusalcı bir kişiyi rahatsız eder. Kitabı çok dikkatle okumuş ve daha önceki yazılarımda okurlarıma tavsiye etmiş biri olarak biliyorum ki, muhtevada suç unsuru hiçbir şey yok. Olsaydı dünya görüşü malum ve köken itibariyle rejime yakın olan Bilgi Üniversitesi zaten eseri basmazdı.
Savcı bunu bir FETÖ yayını olarak görmüş olabilir mi? Eğer öyle ise bu kişinin savcılık yapmasını düşünemiyorum bile. Peki, neden birine kitap hediye eden bir kişi terörle mücadele polislerine arattırılır. Davet edilse gidebilecek kişiye neden itibar suikastı ve gözdağı verilir?
Bunu yapan hâkim ve savcıların dünya görüşü beni ilgilendirmiyor. İlgilendiren şey, yapmak istedikleri. Belli ki süreci sulandırmak onların da işine geliyor. Maksatları bu olmasa bile sonucu bu.
Unutmadan savcı “tanık” sıfatı ile ifade alırken, arkadaşımızın iki avukatını dışarı çıkarıyor. Peki, bu niye? Sadece “bu kitabı siz mi verdiniz” diyecek olan bir savcı buna neden ihtiyaç duyar?
Geçmişte haksızlığa, gadre uğramış arkadaşlarımız TBMM'ye, Adalet Bakanlığı'na İçişleri Bakanlığı'na müracaatlarda bulundular. Hiçbir netice alamadılar. Aksine onlara haksızlık yapanlar, terfi üstüne terfi aldılar.
Şimdi bunları şikâyet edip, değerlendirecek bir merci var mı? Ne yazık ki, yine yok. Bunu bildikleri için yapanın yaptığı yanına kâr kalmaya devam ediyor. Bu da toplum barışını, huzuru ve milletin, devlet ve iktidara güvenini zedeliyor.
Bu vesileyle belirtelim ki, Adıyaman'da polisler FETÖ ve diğer olumsuz unsurlarla mücadele eden Mehmet Öztürk'e de kan kusturdular. Bunları dosya halinde yıllar önce Bülent Arınç'a takdim ettiğinde bir de fırça yemişti. Davalar açtı nafile. Zulüm devam ediyor. Çünkü FETÖ ve diğer terör unsurlarının uzantıları ile yabancı unsurlara çalışanlar devlette görev almaya devam ediyorlar.
Bu da bize en temel sorunumuzun; devlet ve milletin geleceğini hiçbir ideoloji ve dünya menfaatine tercih etmeyecek nitelikte insan yetiştirme olduğunu gösteriyor. İyimserliğimizi hiç kaybetmeyeceğiz, ama galiba çözümü görmeye bizim ömrümüz yetmeyecek.
SAVCI VE HÂKİMLER, BÜYÜKADA İŞİ NE OLDU?
Malum 15 Temmuz gecesinde 5'i TC vatandaşı olmak üzere otel kayıtlarına göre 17, güvenlik makamlarına göre daha fazla kişi Büyükada'da buluşmuştu. Toplantı mekânı Büyükada Splendid Palace idi. Bu mekân İstanbul'un işgal edildiği yıllarda İngiliz Ordu Karargâhı olarak kullanılmıştı. Adlî makamların bu konuda bir soruşturma yaptığını duyan var mı? Bir gazeteci olarak duymadık, görmedik, okumadık...
O toplantıya Yrd. Doç. Dr. Bayram Sinkaya ile eşi Pınar Arıkan Sinkaya da katılmıştı. Kendisi de “Ben o otele tatil amacıyla gittim. Eşim orada konuşma yapacaktı. Ben de tesadüfen toplantıya dinleyici olarak katıldım” diyerek itiraf etmişti bunu. Bu konudaki tek adım, Pınar Sinkaya'nın üniversitedeki görevinden uzaklaştırılması oldu.
Buraya katılan bir kişi daha var ki, Karar'lı yazılar yazamaya, devlet televizyonu dâhil olmak üzere tüm kanallarda 15 Temmuz nutukları çekmeye devam ediyor.
Biz havalimanında durduruluyoruz. Devlet her şey ortada iken “rutin bir denetim” demekle yetiniyor. Adamlar CIA ajanları ile 15 Temmuz'da bir arada oluyor. Onlara sorgu sual bile yok. Kitap hediye ettiği için, 30 yıla yakındır FETÖ ile mücadele eden ve FETÖ'cüler tarafından iflasa sürüklenmiş, yatağa düşürülmüş, felçli bir adam, terörle mücadele ekiplerince aranıyor, ifadeye götürülüyor.
İşte bu ülkenin rejimi bu! Bürokrasi, akademi ve siyasetteki bizden olduğu sanılanlar ne yazık ki, Erdoğan'ı hâlâ yapayalnız bırakmaya devam ediyor.
BİZ BİLMESEK DE BİLMESİ GEREKENLER BİLİYOR
Biz ilk günden bu yana İngilizciler ve eski askerlerin vitrine sürülmesine dikkat çekiyoruz. Bu husustaki haberlerimiz, Londra'nın dikkatini çekip gazetemize adamlarını gönderiyor, ama Ankara'nın dikkatini çekmiyor.
Gelişmeler sadece Londra'nın değil, Londra'da yayınlanan Siyonist baronların gazetesini okuyan büyük yatırımcıların da dikkatini çekiyor.
Oldukça birikimli bir dostum geçtiğimiz hafta gerçekleşen yurt dışı gezisinde “Bu Erdoğan ne yapıyor, bütün dünyayı karıştırıyor” denildiğini, kendisinin de “Sen çok Finansal Times okuyorsun. Sen kafanı yorma ve Finansal Times'ı okuma. Biz Erdoğan'ın yaptıklarından çok memnunuz” dediğini anlattı.
Bunu söyleyenler, büyük paraları olan “bizden” insanlar. Çünkü biz onlara ulaşacak bir yayın organına sahip değiliz. Dünya çapında derdimizi anlatacak bir yayın organı şöyle dursun, bizim adlî makamlarımız nefes nefese kitap hediye eden adamın peşinde koşuyorlar.
Dünya keskin bir dönemeçte. Birkaç ay içinde, ya karanlığa yuvarlanacak, ya da çok iyi günlere uyanacağız. Biz ümit varız! Ama devlet, iktidar, bürokrasi, medya, Allah'ın varlığa boğduğu zenginler ve dahi millet üzerine düşeni kâmilen yapıp, gerisini Kadir-i mutlak olan Allah'a bırakmalı.
La ğalibe illallah! Vesselam!
Kemal beyin SAVCILARA SORDUĞU kısım tam 12 den vuruyor.. Kemal bey... 15 temmuzun gayri meşru çocuğu oldu : CEMAATLAR DÜŞMANLIĞI....kemal bey.. Darbeyi cemaatlar yaptı. Büyükadadakiler KONKEN PARTİSİndeydiler..fetö bahanesiyle . Şu darbeci cemaatları halletsin devlet (!) sıra büyükadaya , darbe öncesi dağıtılan 2 milyar dolara, sınırda ve kıbrısta bizi işgal etmek için bekleyenlere sıra ondan sonra gelir.. Tabi o zamana kalırsak... Vah benim ülkeme vaaah...