Önceki yazıda menzil teriminin hangi anlama geldiğine işaret etmiştik. Buna göre küçük evler için beyt, iki veya üç katlı evler için ise menzil tabiri kullanılmaktadır. M. Asım Yediyıldız'ın Bursa evlerini konu edindiği makalesinde de bu bilgi teyid edilir: “Bursa evleri, genellikle bir veya iki katlı olup duvarla çevrili avlular içinde inşa edilmişlerdi. Belgelerden bu evlere ‘menzil' denildiğini öğrenmekteyiz (…) Mahkeme kayıtları, sadece evi değil, evin bahçesini ve bu bahçede yer alan diğer birimleri de zikretmektedir. Bunlar, bir duvarla çevrili, içinde meyveli ve meyvesiz ağaçlar olan ve sicillerde ‘mahûtay-ı yesîre' adıyla zikredilen avlu ve avluda yer alan fırın, ahır, kenif(tuvalet), çardak, su kuyusu, iki tarafından bir su kanalına bağlı akarsu havuzu anlamındaki ‘hâbiye-i mâ-i câri'den oluşmaktaydı (…) Belgelere göre, bir menzil, genellikle alt ve üst katta olmak üzere birkaç ‘beyt' yani oda denilen kısımlarla diğer bölümlerden oluşmaktaydı. Bu birimler arasında, Arapça'da ‘hücre' ya da ‘gurfe' adı verilen odalar vardı. Bunların beyt olup olmadığı belgelerden tam olarak anlaşılmıyor. Menzilin diğer bölümleri, sofa, sundurma, cihannümâ ve selamlık gibi kısımlardı. Sofa, odaların açıldığı ve aile bireylerinin birlikte oturup sohbet edip yemek yedikleri mahaldir. Dolayısıyla burası hem odalara geçişi sağlama hem de hâne halkını biraraya getirme vazîfesini görmekteydi. Cihannüma dış manzaranın seyredilebildiği ve ikinci katta bulunan camekânlı kısımdır. Yabancı misafirlerin ağırlandığı selamlık ise, umûmiyetle menzilden ayrı veya ona bitişik yapılmış bir odadır. Belgelerde kenif adıyla geçen tuvalet çoğunlukla, evin bahçesinde bir köşede inşa edilmiştir. Bu unsurlar genellikle şehir ve köy evlerinde ortak birimleri teşkil etmektedir. Kır evlerinde ayrıca, hayat tarzının bir gereği olarak ahır ve fırına da rastlanmaktadır. Bu iki birime, ahır ve fırına sahip olan şehir evlerinin sayısı da az değildir. Ümmü Gülsüm Hatun b. Ali'nin, Umur Bey mahallesindeki menzilinde olduğu gibi, bazı evlerde çardak denilen bir birim söz konusudur (…) bazı evlerde, ‘serdab' denilen bir bölüm görülmektedir. Daha çok padişah saraylarının sağ ve sol taraflarında üç köşeli sofalar için kullanılan bu tabir, Anadolu'da ‘zîr-i zemin' adıyla anılmakta ve Bursa'da her iki adın da yaygın olduğu müşâhede edilmektedir.” (M. Asım Yediyıldız, XVII. Asır Bursa Evleri - Bursa Şer'iye Sicillerine Göre, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 12, Sayı: 1, s. 185-192, 2003).
Osmanlı şeriyye sicillerine, mahkeme kayıtlarına girmiş ev-beyt-menzil kavramlarıyla inşa edilmiş gündelik hayatın eşya istilasına müsait olmadığı anlaşılıyor. Bu evlerin bahçesi, fırını, çardak'ı, fırını ve su kuyusu bulunmaktadır. Bazı şehir evlerinde ahıra da rastlandığına göre Osmanlı evi'nin “kendi kendine yeter-geçimlik ekonomi ilkesine uygun” olduğu ifade edilebilecektir. Muhtemelen Osmanlı evine eşya da “az / uzun ömürlü / işlevsel” değeri nedeniyle dahil edilmekteydi.
“Eşya” kelimesi “şey” kelimesinden gelmektedir. Bilindiği üzere Allah da “ve hüve ala külli şey'in kadir” olandır (67 Mülk 1). Şey kelimesi insan elinden çıkan madenin adı olmasının dışında Allah'ın fiillerine de ad olarak verilmektedir. Bu düşünce nedeniyle Osmanlı gündelik hayatında şey'den gelen “eşya”nın tüketim maddesi sayılmadığını mutlaka fark etmeliyiz. Osmanlı eşya tasavvuru nedeniyle şahıslar “tüketici” sayılmamış, “mutasarrıf” olarak kabul edilmiştir. Bilindiği üzere “mutasarrıf” 1) Bir şeyi elinde bulunduran, o şey üzerinde kullanma hakkı bulunan; 2) Osmanlı idarî sisteminde sancak yöneticisi, anlamlarına haizdir. Osmanlı'da eşyayı tasarruf etmek, elinde bulundurmak, kullanmak, adaleti ayakta tutmakla eş değer sayılmıştır. Eşyayı “Sarf eden” onu, eşyanın ziyanına veya ölümüne sebebiyet verecek şekilde ifa ettiğinde “müsrif” sayılmaktadır. Eşya sarf edilirken varoluş özüne uygun muamele görürse “tasarruf”, ziyana sebebiyet verecek şekilde muamele görürse “israf” edilmiş olurdu. Bu zaviyedeki manayla eşya-insan ilişkisinde çeşitlilik ve çokluk (tekasür) fikri reddedilmiştir. Nitekim Osmanlı tereke defterlerinde miras bırakılan eşyalar halı, bakır mutbak malzemeleri, ıbrık, döşek gibi kullanım değeri yüksek malzemelerdir. Bu zaviyeden “mal canın yongasıdır” (Zorluklarla elde edilen mal da cana yakın değerdedir) deyiminin ifade ettiği gerçek daha anlaşılır olmaktadır. Yaşamak için sahip olunan eşyaları asgarîleştiren bu kültür, fazla malın israf sayıldığını ve bunun Kıyamet Günü sırtına yükleneceği inancından beslenmekteydi. Bugün ev-beyt-menzil-eşya kavramları üzerinden bakarsak talep ettiğimiz konut-eşya felsefesinin geçmişin izini sürdürmediği apaçık ortaya çıkmaktadır. Osmanlı'ya nazaran “konak” sayılacak konutlarda yaşadığımız halde artık bunların yönetimini Osmanlı ev-beyt-menzil tasavvuruyla gerçekleştirmiyoruz.
Osmanlı'da “tedbiru'l menzil” kavramı “ev yönetimi” anlamına gelmekte ve ahlâk/iktisat/siyaset ilmi içinde sayılmaktadır. Bu evlerin 1) Karı-koca, 2) Çocuklar, 3) Yardımcılar-akrabalar, 4) Geçimi sağlayacak mülk ve üretim araçlarından oluşan dört bileşimli olduğu ifade edilmektedir. Dikkat edilirse şehirdeki Osmanlı evinde bahçe, fırın, su kuyusu, ahır gibi dört yapı bulunmaktadır. Modern toplumda bu dört unsuru evinize taşıyıp bir de hayat boyu kullanılabilecek/miras bırakılabilecek asgari eşya kültürüne döndüğümüzde AVM tipi çarşılara ihtiyaç duymamız ihtimali bulunmamaktadır.
“Tedbiru'l menzil” yaklaşımı Meşşâî çizgideki Farabi tarafından savunulmuştur. “Tedbiru'l menzil - ev yönetimi” kavramı, “El-Hikmetü'l-Menziliyye” ve “Es-Siyasetü'l-Medeniyye” kavramlarıyla ilişkilidir. Farabi, İbn Sina, Tûsî, Îcî, Katip Çelebi, Kınalızâde, Taşköprüzâde eserlerinde “Tedbiru'l menzil - ev yönetimi” hakkında bilgi verdiler. Son yıllarda Meşşaî müelliflerinin eserleri ve şerhleri çevrilmeye başlandığından önümüzdeki dönemde şehircilik tasavvurunda Marks, Weber, Le Corbusier, Henri Lefebvre, David Harvey gibi Batılı müelliflerin etkisinden kurtulacağız.
Farabi'ye göre en küçük topluluk ailedir. Günümüz konut politikası klasik İslâm düşüncesi açısından “ev-beyt-menzil” inşa etmemektedir. Bu konutlar yukarıda işaret edilen dört bileşeni ihtiva etmediği için ancak “kulübe” sayılabilir.