Lütfi Bergen

Kurban’ın anası

06.09.2017 05:56:47

İslamî feminizmler Batılı feminist teoriden biraz farklı olarak kadının anneliği meselesini benimsemektedir. Ancak feminizmle müşterekleri daha büyüktür: ‘Erkek-kadın arasında cinsiyetlerarası hiyerarşiyi kabul etmeyiz' derler. Kadınlar, ‘kararlarını kendi versin, sosyal-siyasal insan statüleri korunsun' isterler. İnsanın (Havva'nın) Âdem'den yaratılmasını da bu ‘insanî siyasal-sosyal statü'yü düşünsel anlamda  zayıflattığı için reddederler. Onlara göre “Kadın Âdem'den yaratılmamıştır, Âdem'den ayrı bir özne olarak yaratılmıştır.”

Biz İslâmî feminizmlere şöyle cevap veriyoruz: Allah'ın bir insanı başka bir insandan yaratmasının kanıtı Hz. İsa'nın Hz. Meryem'den yaratılmasıdır. O halde Havva'nın da Hz. Âdem'den yaratılmışlığı hakkındaki yorumlar toptancı bir mantıkla reddedilemeyecektir.

Feminizmin kadının erkeklere göre hem eşitliğini hem de farklılığını vurgulayarak aslında şizofreniye/parçalanmışlığa uğradığını savunan bazı İslâmî feminist yazarlar da var. Hem rekabetçi erkek modelini savunuyorlar, hem anne-eş olmayı tartışıyorlar. Ancak bu tartışmada bir sonuca varmaları feminist teorinin kavramlarıyla ve ‘İnsan Hakları'nın birey temelli argümanlarıyla mümkün değildir. Yani ‘aile' cemaat demektir, öznelik ve öznellik iddiası ise ‘birey' felsefesidir.

İslâmî feminist yazarlar kadın-erkek ilişkisinde eşitlik, bireyin özneleşmesi/özgürleşmesi gibi kavramlarla belirlenmiş statüsünden bahsetmektedir. Bu kavramsal alana şunu söylemek gerekir: Eğer ‘eşitlik' kavramı üzerinden teori üretirseniz, Hz. Hacer'in Hz. Sâre karşısındaki konumu nasıl izah edilecektir? Hz. İbrahim (as) iki kadın arasında adaleti nasıl gerçekleştirmiş olabilir? Burada hem iki kadın arasında hem de Hacer-İbrahim arasında ‘eşitlik' teorisinin meseleyi izah edemediği söylenebilecektir.

İslami feminist akımın değerli bir yazarına göre kadınları İslâm'a çeken şey ‘İslâm'ın eşitlik vaadi' olmuştur. Yazar bu yargısına Hz. Hatice'yi örnek göstererek, “Hz. Hatice eşitliği bozan yani ayrımcı ve ayrılıkçı ilkeleri olsaydı İslâm'a inanmazdı” demektedir. Kanaatimce yazar tam bu noktada kadın-erkek eşitliğini ‘iman etmenin şartı'na dönüştürmektedir.

O halde bakalım: 1) Hz. Hatice'nin evlendikten sonra bütün servetini kaybettiğini biliyoruz. Annemiz, Allah Resulü'nün peygamberliğinin 10. yılında da vefat etmiştir. Ömrünün ahir zamanları fakirlik, boykot, kavminden dışlanma ve statü kaybına maruz kalarak geçmiştir. İslâm'ı eşitlik/statü arayışı için kabul etmesi mümkün değildir; 2) Hz. Peygamber (asv) Hz. Hatice ile evlendikten sonra gündelik hayatının büyük kısmını Hira Dağı'nda ibadetle geçirdiğine göre evlilik hayatında da ‘eşitlik'ten bahsedilemeyecektir. Hangi milyoner kadın evlendiği bir erkeğin evinde değil,mağarada yaşamasını zaman zaman ibadet etmek için şehre inmesini ‘eşitlik' kapsamında olumlayabilir? 3) İslâm'ın bir ideoloji olmadığına ve rasyonel izahların iman oluşturmadığına en büyük delil olarak Hz. Hatice-Hz. Ebubekir gösterilmelidir. Onlar daha vahiy nazil olmadan Hz. Peygamber'e iman ettiler. Yoksa ‘eşitlik' gibi bir ideolojiye ikna oldukları için değil.

Anlaşılacağı üzere İslami feministlerin İslam tarihinden ve Kur'an kıssalarından çıkarmaya çalıştığı kadın prototipleri ‘eşitlikçi kadın söylemi' için delil olmayacaktır.

Hz. Hacer örneğine devam etmeliyiz. İslâmî feminizm, Hz. Sâre kendi evinde varlık içindeyken, Hz. Hacer'in Hz. İbrahim tarafından çölde yalnız-evsiz-elbiesiz-gıdasız-susuz bırakılması karşısında bir söz söylemelidir. Fakat Hz. Hacer feminist teori açısından değil de, kocası Hz. İbrahim'in imamlığına tabi bir kadın nazarıyla ele alındığında perspektif değişecektir. Hz. Hacer, Allah'ın İbrahim'i “imam kılması” (Bakara 124) gerçeğine göre davrandı. Bugün bir zemzem gerçeği, yedi sa'y varsa Hz. Hacer'e borçluyuz.

Hz. Hacer İslâmi feminist yazarların ‘kadın ve erkek kararları birlikte almalı' talebiyle hiç bağdaşmayacak şekilde edilgenleşti ve canının parçası, evladı Hz. İsmail'in kurban edilmesi kararında dahli olmadı, kurban eylemine karşı koymadı? İslâmi feminist ekolün içinde dursaydı, kurban hadisesi karşısında ‘bu hegemonik ilişki kabul edilemez' söylemiyle hareket etmesi kaçınılmaz olacaktı. Benzeri şekilde Hz. İbrahim'in kendisini biricik yavrusuyla çöle terkedip Hz. Sâre'ye dönüşünü protesto edecekti. İslami feminizm namaz teşehhüdündeki ‘Allahümme salli-barik' dualarıyla Hz. İbrahim'e selam vererek dolaylı olarak Hz. Hacer'in evsiz-elbisesiz-susuz çölde bırakılmasını onaylamış değil midir? Yani namaz anti-feminist bir eylem/ameldir. Gerçek bu olunca, Hz. Hacer'in ‘kamusal alan' sayılamayacak çöl yalnızlığında ve yoksulluğunda oturmaya rıza üretmesini günümüz feminist teori tartışamıyor? Feminizm, modern dünyada kadınlar kamusal alan mücadelesi verirken “Kurban'ın anası” Hacer'in, ıssız-susuz-evsiz-insansız-gıdasız çöle rızasına bir söz söyleyememektedir.

Hz. Musa'nın Mısır'dan kaçtıktan sonra karşılaştığı çoban kızlar da ‘kamusal alan' mücadelesi vermediğini görüyoruz. Kamusal alana çıkmayı idealleştirselerdi, ‘Bu su kaynağından yararlanmak konusunda erkeklerle eşitiz' derlerdi. Babalarına gittiler ve “Musa'yı çoban tut, erkeklerle o mücadele etsin”dediler. Kamusal alandan çekildiler.

Bu kıssalarda ortak hikmetler görüyoruz: Hz. Hatice Mekke'de ‘emin' bir adamla evlendi. Çoban kızlar da ‘emin' gördükleri Musa'yı babalarına söyleyip ‘aile ekonomisi'ne dahil etti. Her iki kıssada da ortak olan unsur kadınların eşitlik talebinden önce iman-ahlâk-emniyet arayışlarıdır. Hz. Hacer de kocasının hegemonyasını, eril iktidarını aynı nedenle kabul etti.  Nuh'un-Lut'un ve eşleri kocalarına itaat etmiyordu. O da ıssız çölde Kâbe yanında yerleşmeye razı olmayıp benzeri bir itaatsizliği seçebilirdi.

İslâmî feminizm ne yazık ki İnsan hakları teorisinin peşinde ‘aile hukuku'nu yıpratmaktadır. Bu teori, insan'ı çocuk/kadın/engelli/yaşlı gibi kategoriler oluşturarak parçaladıkça aslında geriye ‘insan' da kalmamaktadır. İnsan hakları teorisinin ‘erkek hakları' kategorisi bulunmaması, insan'ın ‘erkeksiz-erkeğe karşı' bir varlık olarak tasavvur edildiğini gösterir. Firavun'un erkekleri öldürüp kadınları sağ bırakması gibi, ‘İnsan Hakları' teorisi de ‘erkek' varlığını tarih-dışı bırakmaktadır. ‘Erkeği tarihten silmek' düşüncesine mağlup olan İslâmî feminizm, Kur'an tefsirinden (Amine Vedud'un tezlerinden de beslenerek) ‘eril zihniyeti temizleme' düşüncesi üretti. “Kur'an'ı bugüne dek erkekler tefsir etti” söylemiyle yeni bir tefsir metodu geliştiriliyor ve ‘erkek=rical' dini alandan çıkartılıyor. ‘İnsan', içeriğinde ‘rical-feta-herif' bulunmayan unisex bir ‘birey'e dönüştürülüyor. İslâmî feminizmin ‘aktif kadın özne' olmayı idealleştirmesi, bu yeni ‘insan=birey'e ait iddialardan besleniyor.

 

 

 

 

 

YORUM YAP