Lütfi Bergen

İslâm’ın ekonomik kavramları 1: KEYL-MİZÂN

08.04.2018 19:22:57

Arapça'da ölçü karşılığında yahut onunla bağlantılı olarak mikdâr, mikyâs, vezn, mîzân/kıstâs, kabbân (kapan), mesâha gibi kelimeler kullanılır. Çeşitli ölçü birimlerinin doğruluğunu tahkik için faydalanılan hassas standart numunelere sence (étalon) adı verilir. Bunlar eski çağlardan beri başta tapınaklar olmak üzere çeşitli yerlerde korunmuştur (Kallek, 2007: 28). Cengiz Kallek'in yukarıdaki ifadesinden ölçü, tartı cihazlarının ibadethaneyle ilişkili olduğu ortaya çıkmaktadır. Kur'an'da peygamberlerin ölçü-ölçek kavramlarıyla kavimlerini Hak'a davet ettiklerini görürüz.

Yusuf (as) kardeşi Bünyamin'i yanlarında getirmeyen diğer kardeşlerine hitap ederken “keyl” kelimesini kullanmıştır:

“Onların yüklerini hazırlatınca dedi ki: Bana baba bir kardeşinizi getirin. Görmüyor musunuz ki ben, ölçüyü tam ölçüyorum (ûfîl keyle) ve ben, konukseverlerin en iyisiyim” (12 Yusuf 59).

Ayette geçen ölçek (Mikyal/Keyl), tarım ölçeği olarak anlaşılmalıdır.

Mutaffifin suresinde, ölçme (keyl) ve tartma (mizan) kelimeleri kullanılır: “Ve izâ kâlûhum ev vezenûhum yuhsirû/Onlara vermek için ölçüp tarttıklarında ise eksik ölçer ve tartarlar” (83 Mutaffifin 3). Benzer şekilde Hud suresinde keyl ve mizan kelimelerinin kullanıldığını görmekteyiz: “Ve Medyen kavmine, onların kardeşi Şuayb şöyle dedi: Ey kavmim ölçeği ve tartıyı (mikyâle vel mîzâne) eksiltmeyin/Ve ilâ medyene ehâhum şuaybâ kâle. Ve lâ tenkusûl mikyâle vel mîzâne” (11 Hud 84).

Bir ekonomide İslâmî hassasiyetlere riayet edilip edilmediği, insanlar arasında dönüp duran mal/emek/emtialara ait “değer”in belirlenmesiyle anlaşılabilir. Her insanın eşya, emtia veya emeği bulunmaktadır. Diğer insanlarla bunlarla ilişki kurmaktadır. O halde “değer” nedir?  “İslâm Ekonomisi” başlıklı çalışmalarda problem, “İslâm'ın ne sosyalizme ne kapitalizme benzemediği, onun ayrı bir medeniyet olarak ortaya çıktığı” vurgusuyla ele alınmaktadır. Yukarıda zikrettiğim iki ayet kapsamında Hz. Yusuf (as) ve Hz. Şuayb (as) peygamberlerin ise meseleyi “ölçek ve terazi: keyl ve mizân” kavramlarıyla ortaya koyduğunu görmekteyiz. Bu anlamıyla Hz. Yusuf'un Mısır ülkesinde “İslâm Ekonomisi” tartışması yapmadığı söylenebilecektir. Halk, Hz. Yusuf'un peygamberliğini kabul etmese de getirdiği ölçek (mikyal) ve mizân (denge/tartı) sistemine boyun eğmişti. Kıssa, insanlık tarihinin biricik hadisesi olarak bize anlatılmıştır. Eşya/emtia/emeğin değerini teslim etmek ve bunların karşılığını ödemek mizân'ın yani “adalet”in tesisidir.

Marksistler metaların değerini emek ile ölçerler. Onlara göre metaın değeri, emek tarafından yaratılmış olduğundan, değerin büyüklüğü, meta içerisinde billurlaşan emek miktarıyla ölçülür. Ama üretici sayısı çoktur; bunlar, ürettikleri aynı cins metaların üretimi için birbirlerinden farklı miktarda emek harcar. Üreticilerin imal ettiği metaların sayısal büyüklüğü de birbirinden farklıdır. Diğer taraftan her üreticinin metaı üretmek için harcadığı emek zamanı değişir. Fakat aynı cins meta pazara çıktığında üretim safhasındaki farklılıklara rağmen eşit “değer”le tüketime arz edilir.

Bu konulara dikkat eden Marksistler “emek-zamanı” kavramını, ortalama üretim koşulları içinde birim metaın üretimi için gerekli “toplumsal emek-zamanı” olarak anlamıştır. Toplumsal bakımdan gerekli emek-zaman ise devamlı değişmektedir. Bu değişikliğin sebebi emek üretkenliğidir. İş süreci içinde birim emtia başına çalışma giderlerini azaltmayı sağlayan işletme metaların değerinde oynama yapmaktadır.

Eğer emek üretkenliği artarsa, bir birim metaın değeri azalır. Tersi de doğrudur: Emek üretkenliği azalırsa, bir birim metaın değeri artar. Marksistler, metaın değerini, o metaı üretmek için harcanan emeğin yarattığını ifade eder. Ancak onlara göre değer, ancak değişim süreci içinde, yani değişim-değeri sırasında (bir meta, başka bir meta ile kıyaslanırken) kendini gösterir. Örneğin bir baltanın değeri, tek başına, emek-zamanı ile değil başka bir metaın (diyelim 20 kg. tahıl) aracılığıyla belirlenir. Marksistlere göre bu eş-değerlik şöyle anlaşılır: tahılı üretmek için harcanan emek miktarıyla, baltayı yapmak için harcanan emek miktarı aynıdır. Marksistler, değeri “ilkel toplum” olarak gördükleri insanlığın ilk toplumunda (Hz. Âdem ve evlatları) “rastlantısal” saymıştır. İlkel toplumda değişilen ürünlerin miktarı sınırlıydı. Zira, üretim değişim için değil doğrudan tüketim için üretilmekteydi (Nikitin, 1979: 58-60).

Biz bu değer teorisinin doğru olmadığını düşünüyoruz. İnsanlığın başlangıcında “değer” emekle değil ilahî bir kıymetlendirmeyle belirlenmekteydi. Habil ve Kabil birer kurban verdiklerine göre üretim yalnızca “tüketim” ya da “değişim” için yapılmamaktaydı.

Çünkü Allah, mallardan kurban istemişti. Bu kurbanların kabul edilmesi için bir “değer” (ölçü) olması gerektiği açıktır. Allah, Habil'in kurbanını ateşle yaktığına göre Habil'in sürüsünün değerini eksilterek artırmaktaydı. Kabil'in kurbanını ise kabul etmedi. Kabil'in kurbanının reddedilmesi iki şekilde izah edilebilir:

1) Ayrılan mal, değeri zayıf bir meta idi;

2) Bu malın kurban olarak kabul edilmesi Kabil'in bütün faaliyetini meşrulaştıracaktı. Onun metaları ise tekel oluşturacaktı.

Hz. Âdem'in toplumunda kurban fakirlere dağıtılmak için değil Allah'ı birlemek için verilirdi. Kabul edilmiş kurbanı ateş yakardı: “Onlara iki Âdem oğlunun haberini gerçek olarak oku: Hani her biri birer kurban sunmuşlardı, (kurban) birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti” (5 Maide 27); “Onlar, Muhakkak ki Allah, ‘bize ateşin yiyeceği bir kurbanı getirinceye kadar, hiçbir Resûl'e îmân etmememiz için bize ahdetti' dediler” (3 Al-i İmran 183).

Böylece Kabil'den kurbanı kabul edilmedi. Kabil, tekelci niyetini Habil'i öldürerek gösterdi. Cinayet de işlediği için Hz. Âdem'in toplumunda barınamadı. Anlıyoruz ki, İslâm ekonomisiyle ilgili en temel kriter, emeğin, değişimin, kullanımın “değer” belirleyici olmadığı hususudur. Ölçü, ölçek, kıstas Hz. Âdem'e verilmiş bilginin içindeydi. Cetveli ve şakûlü olmadan Hz. Âdem'in Kâbe'nin mimarı olması mümkün değildir.  Şakûl kavramı hakkında ayrıca bir izah getireceğiz.

Mizan, terazi/denge demektir. Allah, “mizân” kavramını gökyüzüne (kâinata) koyduğu “denge”yle ilişkilendirdi: “Gökyüzü, Onu da yükseltti ve mizanı koydu. Ki ölçü ve adaletle hududu aşmıyasınız/Ves semâe rafeahâ ve vadaal mîzân. Ellâ tatgav fîl mîzân” (55 Rahman 7-8).

Mikyal/keyl, ölçek demektir. Ölçme “Dânek” kavramıyla da ilişkilidir. Dânek, hakkında şu bilgi verilmiştir: “Eski bir para ve ağırlık ölçüsü birimi. Farsça'da dâne (tane) kelimesinin sonuna küçültme eki getirilerek oluşturulmuştur. Hz. Peygamber ve Hulefâ-yi Râşidîn zamanında tedavülde olan eski Rûmî dirhem ile İslâm dinarının her biri 6 dânek veya 4,25 gramdır” (Kallek, 1993: 457).

Demek ki ölçü/ölçme/ölçek ve değerlendirme konuları Mikyal/Keyl kavramıyla verilebilir. Mizan ise denkleştirme, dengeleme meselesiyle ilgilidir. Mizan'da eşitlik değil müsavat aranır. Müsavat kelimesine de değineceğiz. Bu kelimenin, tesviye, seviye kavramlarıyla ilişkili olduğunu şimdilik söyleyebiliriz. Duvarın “sıva”nması tesviye işlemidir. Yani duvardaki eğrilik farklı yüzeylerde farklı yoğunlukta dolgu maddesiyle aynı seviyeye getirilir.

Duvar meselesi önemlidir. İlk duvarı Hz. Âdem (as) örmüştür: Kâbe. Hz. Hızır'ın da duvar ördüğünü ve Hz. Musa'nın bunu anlayamadığını Kur'an bildirmiştir.

  • Kallek Cengiz, Dânek, TDV İslâm Ansiklopedisi, c: 8, 1993
  • Kallek Cengiz, Ölçü, TDV İslâm Ansiklopedisi, c: 34, 2007
  • Nikitin Pyotr Ivaneviç, Ekonomi Politik, Sol Yayınları, 1979

 

YORUM YAP