Taylor klasik üretim modelinde insiyatif sahibi olan ‘usta'yı ya da ‘meslek piri'ni devre dışı bırakıyordu. Bu anlamda ahîlik tasavvuruyla Taylorizmin bağdaştırılması mümkün değil gibidir.
Üretim sürecindeki emekçinin üretime dair kararlar almasını engellemek ve böylece işçiler arasındaki dayanışmanın işi yavaşlatmasını önlemek Taylor için temel amaçtır. Üretimin 7/24 sürdürülmesi için makine (teknoloji), nitelikli emeği ve tarihten beri nesilden nesile aktardığı imalat bilgisini silmeliydi. Taylorizm emekçilerin denetimini ve disiplin altına alınmasını mesele etmekteydi. Bu yaklaşımla üretim sürecini üç temelde yeniden tanımladı: 1) İş üretkenliğinin ve çalışma hızının standartlaştırılması: zamanın kontrolü, bant teknolojisiyle işin tasarlanması; 2) Makinaya bağlı emekçi işçinin tasarlanması, emekçinin vasıfsızlaştırılması ve üretimdeki kontrolünün zayıflatılması: kafa ve kol emeğinin ayrılması, böylece işin yapılışının kontrol edilmesi; 3) Yaygın üretim modelinin sürdürülebilmesi için ücretin yeniden tasarlanması. Makinanın uzantısına dönüşen ‘organı' veya üretimin mekanik parçası haline gelen performansı (aynı işlemi on binlerce kez yapmakta sebat eden emekçiyi) diğerlerine göre yüksek ücretle ‘ödüllendirerek' işçiler arasında ücretle ilişkili farklılıklar oluşturdu.
Aydoğanoğlu'na göre Taylorizm, emek araçlarının geliştirilmesi ya da teknolojinin yapısallaştırılmasından çok, emeğin örgütlenme biçimi ve denetlenmesi ile ilgilidir. Taylor teknolojiyle değil, belirli bir teknoloji düzeyinde emeğin denetiminin nasıl sağlanacağı ile ilgilenmiştir. Böylece Taylor işi, zamanın bir işlevine indirgemekte, zamanı ise çalışan işçilerin hareketlerinin hızıyla ölçmektedir. İşçilerin çalışması, gözlenebilen bir üretim aracı olarak bilimin nesnesidir ve bir nesne olduğu için de kendi iradesinden bağımsız olarak hareketleri planlanabilir olmalıdır. Katı bir iş disiplinine bağlı olarak işçilerin denetlenmesinde teknik denetim önemli bir yer tutar (Aydoğanoğlu Erkan, Emek Sürecinin Dönüşümü, Kültür Sanat Sen Yayınları, 2011: 20).
Fordizm ‘Yaygın üretim modeli'nden ‘Yoğun üretim modeli'ne geçiştir. Aydoğanoğlu, Fordizmi “ağır sanayi” hamlesi saymaktadır. Büyük makineler, makine sistemleri ve fabrikalar fordist sistemi tanımlayan temel öğelerdir. Aynı standart üründen büyük miktarlarda üretilmesi esastır. Temel slogan “kitlesel üretim ve kitlesel tüketim”dir (Aydoğanoğlu, 2011: 22).
David Harvey, Antonio Gramsci'nin Fordizm hakkındaki kanaatini nakleder: “Hiç görülmemiş bir süratle ve amacı konusunda tarihte eşi olmayan bir bilinçlilikle yeni tip bir işçi ve yeni tip bir insan var etme konusunda bugüne kadar tanık olunan en büyük kolektif girişim” (David Harvey, Postmodernliğin Durumu, Metis Yayınları, 1997: 148).
Ford, işçilere o döneme göre oldukça avantajlı mesai ücreti politikası güdüyordu: ‘Sekiz saatlik ve beş dolarlık' işgünü. Harvey'e göre bu uygulama, işçilerin büyük şirketlerin gittikçe daha büyük miktarlarda piyasaya sürmeye hazırlandıkları kitle üretimi ürünlerini tüketmek için yeterli gelire ve boş zamana sahip olmalarını sağlıyordu. Ancak işçilerin paralarını doğru sarf etmesi, yani sermayenin ihtiyaçlarına ve beklentilerine uygun olabilmesi için ahlâkî bakımdan dürüstlüğe, iyi aile hayatına, aklı başında (yani alkol tüketiminden kaçınan) ve ‘rasyonel' bir tüketim kalıbını uygulayacak kapasiteye sahip olmaları gerekiyordu (Harvey, 1997: 148). Manevî ve ahlâkî değerler ile toplumsal kapitalizm arasında uyumlu birliktelik kurulmaktaydı. Ahlâklı toplumun kapitalist meta üretimini desteklemesi amaçlanıyordu.
Fordizm, “emek gücünün yeniden üretimi” sağlanarak yani “yeni bir tip üreten-tüketen insan” imal ederek Taylorizmden farklılaştı. Ford, kitle üretiminin sürdürülebilirliğini sağlamak için, ayrıcalıklı işçilerin evlerine sosyal hizmet uzmanları göndererek eğitim sisteminin, aile politikalarının, sosyal organizasyonların kapsamlı bir dönüşüme uğratılmasını hedefliyordu. Harvey “Ford, yeni tür toplumun büyük şirketlerin elindeki gücün uygulanması halinde kolayca kurulabileceğine inandığını” yazar (Harvey, 1997: 148). İşçi ücretlerinin yüksek tutulması otomobillerin ve banliyödeki bahçeli, iki katlı evlerin satışını garantileyecektir. Ancak Fordizmin üretim-tüketim modeli bu noktada kalmayacaktır.
George Ritzer, kitabında Fordizmin ilkelerinin toplumun tamamına uygulandığına işaret eder: “McDonald kardeşler, yiyeceklerin geleneksel pişirme tekniklerini uygulamak ve masaya garsonlarla servis edilmesini sağlamak yerine montaj bandının kurallarını uyguladılar” der (Ritzer, Toplumun McDonaldlaştırılması, Ayrıntı Yayınları, 2011: 64).
Ritzer, fast-food yiyeceklerinin uzmanlaşmış işler yapan personellerin (örneğin ‘burger sosçusu') çalıştığı bir tür montaj bandında hazırladığını ileri sürer. Yiyecek standart bir sürede hazırlanır ve servis edilir. Müşterinin restoranda oturmamasını sağlayacak teknikler kullanılır. Genellikle elle yenen, yani çatal, bıçak ya da kaşık kullanmayı gerektirmeyen yemekler sunulur. Müşterinin işe koşulması, yani ücretsiz emeğinden yararlanılması montaj bandının nihai tüketiciye uzatılması ve kapitalizmin toplumsallaştırılması anlamındadır.
Batı-dışı toplumlarda sanayileşme talebi, toplumun montaj bandına uyumlulaştırılmasına rıza üretiyor.